ANKARA (AA) - "Çocuklar Duymasın", "Seksenler", "En son Babalar Duyar", "Kadın İsterse" gibi sevilerek izlenen dizilere imza atan yapımcı ve senarist Güven, AA Akademi koordinasyonunda, Anadolu Ajansı (AA) Dış ve Ekonomi Haberleri Yayın Müdürü Barışkan Ünal'ın moderatörlüğünde düzenlenen, AAtölye YouTube kanalında da yayınlanan Sinema Atölyesi'nde, Bakanlıktaki çalışmalarından Türk sinema ve dizi sektörüne birçok konuda soruları yanıtladı.
Sinema Genel Müdürlüğü olarak filmlere maddi desteğin artırılmasına yönelik bazı çalışmalarının bulunduğunu belirten Güven, "Onu gerçekleştirirsem bu işi zirvede bırakacağım, tarihe geçebilirim onu yapabilirsek." ifadesini kullandı.
Güven, bunun yanında ortak yapımların artması için Türkiye ile farklı ülkelerden sinemacıları buluşturmayı planladıklarına, sinema sektöründe de yeni yapımcılardan ziyade yatırımcılara ihtiyaç olduğuna işaret etti.
Yurt dışında Türk dizilerinin başarısının ülke içindeki başarısıyla doğru orantılı olduğuna dikkati çeken Güven, "Bu aynı zamanda sinemanın da cevabı oluyor. Bizim endüstriyel sinemamız dünyada ses getirmiyor. Bunun nedeni de Türkiye'deki salonların boş olması. Yani Türkiye'de gişesi 10 milyon, 12 milyon film vardı da satamadık mı? Öyle bir filmimiz yok ki." şeklinde konuştu.
Güven, Türk dağıtım firmalarının "bir gecede 170 ülkeye, 1 milyara yakın insana herhangi bir içeriği ulaştırabilecek" güce sahip olduğunu ve şu anda Çin pazarına girmeye çalıştıklarını dile getirerek, "Bir gecede 2 milyar olabiliriz, Çin'e Türk dizileri satılırsa." diye konuştu.
Güven, yeni bir mecra olarak birkaç dakikalık "dikey diziler"in ABD'de başladığını ve yakında dikey dizi festivalleri ve yarışmalarının başlayabileceğini kaydetti.
Ayrıca mini dizi sektörüne dikkati çeken Güven, "Fransa'nın Lille kentinde bir televizyon marketi var. Burada sadece mini diziler alınıp satılıyor, mini diziler festivali. Büyük ihtimal önümüzdeki yıl Türkiye'deki iyi mini dizileri oraya götürüp hem markete sunacağız hem yarıştıracağız, büyük ihtimal ödül de alırız." diye konuştu.
Yapay zekayı işlevsel açıdan daha çok kameraya benzeten Güven, "Dünyanın her setinde aynı kamera kullanılıyor ama aynı film çekilmiyor. Yapay zeka da böyle bir şey. Belki aynı "prompt"ları yazacağız ama farklı filmler ortaya çıkacak. Bence yapay zeka içimizdeki derdi beyaz perdeye aktarmanın bir yolu olacak. Volkan Konak diyor ya "Herkesin bir derdi var durur içerisinde". Belki de yapay zeka içimizdeki derdi alıp beyaz perdeye yansıtacak." yorumunda bulundu.
Güven, yapay zekanın "en büyük tehlikesi"ni ise "Yapay zekayı kullanarak bir senarist senaryo yazabilir ama yapay zekayı kullanarak bir doktor da senaryo yazabilecek." şeklinde değerlendirdi.
Güven ayrıca, "Çocuklar Duymasın" dizisinin sadece 21 günde ortaya çıktığına yönelik anısını aktardı.
Söyleşinin detayları şöyle:
"Çocuklar Duymasın" 21 günde doğduBarışkan Ünal: Yıllardır sektörün uygulayıcı tarafındaydınız, şimdi bürokrasi tarafına geçtiniz. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü olduktan sonra gözlemleriniz ne oldu?
Birol Güven: Benim için yani inanılmaz büyük bir değişim. Nasıl diyeyim size, hicret, insanın kendinden gitmesi gibi. Benim ihtiyacım varmış. Çok şeyler yapmışım, hayatta başka şeyler yapmak istiyordum, böyle öyle bir döneme denk geldi. Dolayısıyla benim için inanılmaz büyük bir değişim, büyük bir deneyim. İlk defa devletin mekanizmasıyla, muhteşem algoritmasıyla karşılaştım. Daha önce bazı temaslarım olmuştu, TRT ile çok uzun yıllar çalıştım, devlet tarafını bildiğimi zannediyordum ama buraya oturduktan sonra her şey çok yeniden başlamış gibi oldu ve inanılmaz bir "cahiliye dönemi" geçirdim. Yani gerçekten hiçbir şey bilmiyordum ve o gün biraz böyle geriye doğru tüm hayatımı da biraz masaya yatırma fırsatım oldu ve şöyle bir karar verdim: Gerçekten bilmemek, cahillik Allah'ın bir lütfu. Çünkü cahillik bir paket olarak geliyor, cesaretle birlikte. İnsan ne yaparsa cahilken yapıyor, öğrendikçe yapamamaya başlıyor.
Şöyle küçük bir şey anlatayım. 25 Aralık 2001 tarihinde TGRT kanalına gitmiştim bir proje yapmak için. Dedi ki oradaki yönetici, "16 Ocak 2002'de yayında olabilir misiniz?”, yani 21 günden bahsediyoruz. Ortada senaryo yok, dizinin adı bile yok. Ben "oluruz" dedim. Çünkü olamayacağımızı bilmiyordum. Buna psikolojide şey diyorlar; yaptılar çünkü yapamayacaklarını bilmiyorlardı. Bugün bana aynı soru sorulsa bir yıl isterim. O gün "evet yaparız" dedim hiçbir şey bilmeden ve yaptık. "Çocuklar Duymasın" böyle oldu mesela.
Barışkan Ünal: Ama başarılı bir sonuca yol açmış.
Birol Güven: Evet, başarılı oldu ama benim cahilliğimden kaynaklanan bir diziydi o, bugün yapamam. Şimdi benzer bir şeyi Sinema Genel Müdürlüğü'nde yaşıyorum.
Barışkan Ünal: Hangi açılardan?
Birol Güven: Hiçbir şey bilmiyorum ve çok cesurum. Diyorum ki, şöyle yapalım, böyle yapalım. Bana şöyle bakıyorlar, "Ya bu adam sinemacı, sanatçı, bürokrasiyi bilmiyor." Bana hoşgörüyle bakıyorlar. Ben de birçok şey yapıyorum. Yani benzer bir durumu 2001'de yaşadığımı şu anda yaşıyorum. Birçok şey yapıyoruz. Hatta ben beni ziyarete gelen sivil toplum örgütlerine diyorum, "Arkadaşlar, ben bakın en bilmediğim dönemdeyim, bu ara benden ne isterseniz isteyin. Yakında bana bürokrasiyi öğretirler, ben yakında size “Ama mevzuata aykırı bu istediğiniz demeye başlarım" diyordum. Hakikaten de böyle geçiyor ilk günlerim.
Fotoğraf: Dilara İrem Sancar/AA
Barışkan Ünal: Siz mevzuat deyince, sinema başvurularıyla ilgili yönetmelik güncellendi. Peki bu yönetmelik zaten hazırlanıyor muydu, yoksa sizin kendi tabirinizle "cahiliye döneminize" denk gelip "değiştirelim" dediğiniz bir güncelleme mi?
Birol Güven: Evet, evet, tam böyle oldu. Meslek birlikleri, dernekler geldi. Ben "arkadaşlar, ne diyorsanız, ne istiyorsanız isteyin benden. Dile benden ne dilersen." dedim. Hepsiyle ayrı ayrı, toplu olarak görüşmeler yaptım. Notlar aldım. Gerçekten böyle çok acil, çok önemli ama çok küçük şeylerdi hepsi. Ben onu şuna benzetiyorum: Hani bir engeli aşmak için o engeli ortadan kaldırmak değil de ayakkabıdaki çakıl taşını çıkarmak gerekir ya önce, şu anda bizim yaptığımız da bu küçük, sizin bahsettiğiniz yönetmelik değişiklikleri aslında sinemacıların ayakkabısındaki taşları ayıklamak gibi.
Mesela şöyle; ilk yönetmenlik deneyimi çok ilginç bir şey. Çok yetenekli arkadaşlar. Fakat onlar da tıpkı benim yaşadığım gibi mesela vergi, muhasebe, şirket bilmiyorlar. Ben dedim ki "Ya bu arkadaşlar bu şirketlerle niye uğraşıyorlar? Onlar sinemasını yapsınlar. Yanına da bir yapımcı alsınlar. Yapımcı onlarla uğraşsın." Sonra yapımcılar dedi ki bize, "Eğer bir yapımcı gelip bir ilk yönetmenle birlikte başvurursa kendi başvuru hakkını kaybediyor." Biz de ne yaptık? Onun üzerine bir yönetmelik değişikliği yaptık. Bir yapımcıya kendi başvurabileceği gibi bir hak daha verdik. O da bir ilk yönetmenle birlikte gelebilir diye bir değişiklik yaptık.
Barışkan Ünal: Genç sinemacıların önü daha fazla açılmış oldu.
Birol Güven: Tabii tabii, zaten amacımız bu. Şöyle bir problem var. İlk defa film çekecek arkadaşların hikayeleri şöyle oluyor genelde. Diyelim ki 15-20 milyon liralık bütçeleri oluyor, arkadaşlara diyelim ki 5-6 milyon gibi bir para veriyoruz. Arkadaşlar o parayı belki öğrenci daha, yeni mezun olmuş, ilk defa bir arada görüyor. Onu büyük para zannediyor. Böyle bir problem var. Ondan sonra süreç şöyle başlıyor. İlk filmi tamamlamak için annesinin altınları gidiyor, sonra baba kredi alıyor. Biz o süreçleri yaşamasınlar istiyoruz. Maalesef bu para tarafını öğrenmek zorundalar. Çünkü biz sinemacı arkadaşlarla konuştuğumuz zaman "Paradan nefret ediyorum, muhasebeden anlamıyorum" diyorlar, böyle bir dünya yok. Maalesef sinema parayla ilgili bir sanat. Dolayısıyla onu bilmek zorunda.
Biz bu yönetmelik değişiklikleriyle bu süreçte onların yanına, elini taşın altına koyabilecek yapımcılar koyabilme ihtimali verdik. Yani bizim sinema dünyası için çok önemli ama dışarıdan bakıldığında o büyük, radikal değişikliklere gelemedik. Çünkü o biraz yavaş ilerliyor. Bizim en büyük problemimiz bütçemiz. Bizim bütçemiz çok yüksek değil.
Barışkan Ünal: Olacak mı o konuda bir gelişme?
Birol Güven: Evet olacak, tabii tabii.
Barışkan Ünal: Bir müjde var mı o zaman yakın zamanda?
Birol Güven: Yani bazı planlarım var. Onu gerçekleştirirsem bu işi zirvede bırakacağım, tarihe geçebilirim onu yapabilirsek ama şu anda tabii söyleyemem.
"Bizim Türkiye'de daha az film yapmamız lazım"
Barışkan Ünal: Aslında küçük diyorsunuz ama orta ve uzun vadede baktığımızda, zaten sıkıntı bütçe olduğu ve gençler ne yapacağını bilemediği için o küçük çakıl taşı bir yol açma, başvuruların, taleplerin artmasına neden olabilir gibi düşünüyorum.
Birol Güven: Bir eşitlik, adalet anlamında tabii ki talepler artabilir ama bizim o kadar da çok sinemacıya ihtiyacımız yok. Ben derinleşmekten yanayım. Bizim, bizim çok ilginç bir problemimiz var Türkiye'de; Bizim Türkiye'de daha az film yapmamız lazım.
Barışkan Ünal: Burada tam olarak kastınız nedir? Türk sinemasını geliştirebilmek için nasıl yapımlar üretilmeli?
Birol Güven: Belki kültürel bir şey bu; biz ortak yapım sevmiyoruz. Küçük olsun, benim olsun, sahibi ben olayım gibi. Ama dünyada, Avrupa'da iş yapış biçimi öyle değil. Filmin kendisinin ötesinde bizde olmayan ya da çok az insanda olan bir know-how var; birlikte film yapmak, fon bilgisi, fonları harekete geçirmek, para bulmak. Bizim sinemacılarımızın para koymadan film çekmeleri lazım, bunu öğrenmeleri gerekiyor, hepimizin öğrenmesi gerekiyor.
"Ortak film yapabiliriz ama başvuru yok"Barışkan Ünal: Bu noktada endüstrileşmek gerekiyor ama onun içinde destekleyen ya büyük firmalar ya da devlet desteğinin artması gerekli.
Birol Güven: Devlet destekleri de olabilir. Bir de şöyle bir şey var, "Minority Co-production Agreement." Bütün dünyada, bütün ülkeleri kapsayan bir anlaşma. Türkiye de bu anlaşmaları imzalıyor. Zaten Avrupa ortak yapım anlaşmasına imza koyduğumuz için şöyle oluyor: İtalya'dan sinemacı geliyor ve "Bize destek verin" diyor. Biz de, "Senin filmini destekleyelim ama sen yanına bir küçük Türk ortak al. Bu da yüzde 10'dan az, yüzde 49'dan fazla olmasın." Türk yapımcı İtalya'ya başvurduğunda da İtalya diyor ki, "Tamam, biz sana destek veririz ama sen yanına bir tane İtalyan ortak al." Filmleri böyle yapmak zorundayız. Türk sinemacı, İtalyan sinemacı, Özbek sinemacı, Kanada, Amerika... Bizim dikkat ederseniz iyi filmlerin arkasına bakın bir sürü fonlar, ortaklıklar var. İyi filmler böyle çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla burada ortak akıl ortaya çıkıyor.
Bunun için ama çok önemli bir şey var. Bizim sinemacılarımızın birbirlerini tanımaları gerekiyor. Mesela biz en son Kırgızistan'la Minority Co-production Agreement'ı imzaladık, Cumhurbaşkanımız imzaladı, Bakanımız da oradaydı. İki ülke arasında biz ortak film yapabiliriz ama başvuru yok.
Barışkan Ünal: Sektörün mü bundan çok fazla bilgisi yok?
Birol Güven: Sektörün bilgisi olmadığı gibi sinemacıların da "networking" yapmamız gerekiyor. Şimdi biz devletler bu anlaşmaları yapıyor ama bunun bir anlamı yok, sinemacılar birlikte hareket etmediği sürece. Network, bir ağ, yani sinemacıların bir araya gelmesi gerekir, tanışmaları gerekir. Ortak dertleri olması gerekir, film yapmak için. Dolayısıyla şimdi bu aşamaya geldik.
Bundan sonra da inşallah şöyle planlarımız var: Mesela sinemacıları alıp başka ülkeye götürüp orada birlikte olmak, onlar buraya gelecek, ağırlayacağız onları. Biz onları bir araya getireceğiz, onlar bize başvuracaklar, "Biz film yapmak istiyoruz" diyecekler. Ortak başvuru yok bize. Türkiye'ye de yok, başka ülkelere de yok. Biz mesela İspanya ile ortak film yapmak istiyoruz. Bir İspanyol yapımcı, sinemacı ve bir Türk sinemacı ortak ne bize başvuruyor ne İspanya'ya başvuruyor.
Barışkan Ünal: Bu konuda özellikle Sinema Genel Müdürlüğü olarak adımlar atmayı mı planlıyorsunuz?
Birol Güven: Tabii, biz bu anlaşmaları bütün ülkelerle imzalıyoruz, burada sorun yok ama şimdi artık bizim birlikte "networking" çalışmaları da yapmamız gerekiyor. Bu da bize düşüyor. Yani biz mesela Azerbaycanlı sinemacılarla Türk sinemacıları bir araya getirmek zorundayız. Artık ondan sonrası sinemacılara kalıyor. Sinemacılara şöyle film yapın, böyle film yapın diyemeyiz, o onların problemi o. Ama belki bu dediğim "networking" çalışmaları, ben buraya geldiğimde böyle bir şeyin bizim görevimiz olduğunu bilmiyordum ama bence bizim görevimiz, bu konuda da çalışmalar yapmak zorunda, aslında herkesin görevi bu. Sinemacılar kendi yolunu da kendi bulmalı. Film yapmak çok güzel. Birlikte film yapmak daha güzel. Tabii arthouse'da ortak yapımlar çok.
"Türkiye'nin yapımcıya değil de daha çok yatırımcıya ihtiyacı var"
Barışkan Ünal: O zaman daha çok ticari sinemada mı ortak yapımları geliştirmek gerekli?
Seyirci: Ticari sinemada da ortaklıktan çok Amerika'daki gibi fonlar… Şimdi ortak yapımcılık başka, bir de yatırımcılık. Mesela Türkiye'nin yapımcıya değil de daha çok yatırımcıya ihtiyacı var. Bizde yatırımcı yok. Yatırımcı yoksa bunun nedeni para kazanamıyordur. Çünkü yatırımcı para kazanmak isteyen insan. Demek ki sinemada onu göremediği için de yatırım yapmıyor maalesef.
Seyirci sorusu: Belgeselde nasıl destek alabiliriz?
Birol Güven: TRT, Türkiye'de belgesel konusunda en önemli kurum. Zaten Türkiye'de iki tane sinema tarafında iki güçlü kurum var. Bir tanesi Sinema Genel Müdürlüğü yani Kültür ve Turizm Bakanlığı, diğeri de TRT.
"Bütün dünya diyor ki bu dizileri bu insanlar seyrediyorsa hemen satın alalım"Seyirci sorusu: Türkiye'de çok başarılı diziler ve filmler üretiliyor ancak bu yapımlar içerik ve duygusal derinlik açısından güçlü olsalar da sizce neden uluslararası arenada, örneğin Kore, İspanya ya da İngiltere yapımları kadar ses getirmiyor? Bu konuda sizce neleri değiştirmeli ya da geliştirmeliyiz? Bir film öğrencisi ve bu hayali gerçekleştirmek isteyen biri olarak bu konuda önerilerinizi almak istiyorum.
Birol Güven: Şöyle, sorunuzun yarısına itiraz ederim. Televizyon tarafında uluslararası başarımız çok yüksek. Dünyada en çok dizi ihraç eden ikinci ülkeyiz biz, ABD'den sonra. Bazı coğrafyalarda üçüncü ülkeyiz. İngiltere de var. Bazı coğrafyalarda da biriz. Dolayısıyla uluslararası başarımız çok yüksek.
Size şimdi bir soru sorayım. Mesela hepimizin bildiği, eskilerden sorayım. Aşk-ı Memnu dizisi en çok sizce hangi ülkede izlendi? Türkiye. Türkiye'de izlendiği için dünyaya satıyoruz. Türkiye çok önemli bir ülke, 86 milyonluk bir ülke. Bir de yurt dışında diasporamız var. 100 milyondan bahsediliyor. Bütün dünya diyor ki bu dizileri bu insanlar seyrediyorsa hemen satın alalım.
Şu anda bizdeki pazar şöyle ilerliyor: Türkiye'de en çok izlenen dizi dünyada en pahalıya satılan dizi oluyor. Böyle bir matematik var. İstisnalar olabilir tabii. Çünkü her genelleme yanlıştır, eksiktir. Ama genel olarak bizim dizilerimizin başarılı olmasının nedeni Türkiye'de izleniyor olmasıdır. Bu aynı zamanda sinemanın da cevabı oluyor. O yüzden biz Türk seyircisine filmlerimizi izletemediğimiz için uluslararası endüstriyel anlamda başarımız yok. Arthouse'u ayrı tutuyorum. Arthouse'ta çok kötü değiliz ama bizim endüstriyel sinemamız gerçekten dediğiniz gibi dünyada ses getirmiyor. Bunun nedeni de Türkiye'deki salonların boş olmasıdır. Yani Türkiye'de gişesi 10 milyon, 12 milyon film vardı da satamadık mı? Öyle bir filmimiz yok ki.
Barışkan Ünal: Sinemamız neden gişede başarıyı sağlayamıyor?
Birol Güven: Bunu bilsem Genel Müdür olmam, hemen gider film çekerim. Serdar Öztürk hoca bu soruya şöyle cevap veriyor. Ben de onu içselleştirdim. Diyor ki "Bizim hibrit filmlerimiz yok." O üçe ayırıyor filmleri; arthouse'a o düşünce odaklı filmler diyor. Sonra gişe filmleri, bir de ortaya hibrit ya da popüler filmler. Hem gişenin hem de bizi düşünceye sevk eden filmlerin son dönemlerde hiç olmaması. Onlar olsa uluslararası başarı gelebilir.
"Bugün dünyanın en iyi dağıtımcıları Türk"
Birol Güven: Ama şöyle bir fırsatımız var. Türkiye dizi tarafında o kadar başarılı ve öyle bir know-how oluştu ki biz şunu öğrendik artık. Biz bir gecede 170 ülkeye, 1 milyara yakın insana herhangi bir içeriği ulaştırabiliriz. Böyle dağıtımcılarımız var. Bizim elimizde film olsa, mesela bundan 20 yıl önce biz satmasını da bilmiyorduk. O da çok değerli bir şey. Bugün dünyanın en iyi dağıtımcıları Türk. Arkadaşlarımız olağanüstü işler yapıyor.
Bir nedeni daha var Amerikalıların ve İngilizlerin yapamadığı ya da dünyada hiçbir ülkenin yapamadığı, sadece bizim yaptığımız bir şey var: Bizim diziler 140 dakika ve biz bunu bir haftada çekiyoruz. Dolayısıyla biz bunu üçe bölüp haftada üç bölüm çekebiliyoruz biz. Yılda 120'nin üzerinde bölüm üretebiliyoruz. Amerikalılar 18 bölüm. Bizim onları geçmemizin ya da yaklaşmamızın nedeni de bu. Yani müthiş bir üretim var Türkiye'de ve müthiş bir satış var. Market, dünyanın marketlerinin hepsinde Türk firmaları var.
"Şimdi Çin pazarına girmeye çalışıyoruz"Birol Güven: Gidin Cannes'a, başka ülkelere, ben şimdi Şanghay'dan geldim. Biz 1 milyar seyirciye ulaşıyoruz. Çin yok bunun içinde. Şimdi Çin pazarına girmeye çalışıyoruz, bir gecede 2 milyar olabiliriz, Çin'e Türk dizileri satılırsa. Orada çok güzel bir şey yakalandı.
Dolayısıyla bu arkadaşlar film de satmaya çalışıyor. Bazı marketlere götürüyoruz biz bunları. Mesela Cannes’te MIPCOM dizi fuarı, dizi marketi var. Ondan beş altı ay sonra Cannes Film Festivali var. Orada da filmlerin alınıp satıldığı marketler var. Bizim de stantlarımız var. Oraya filmleri götürüyoruz. Hatta bazı dağıtımcılar kendileri geliyorlar ama aynı başarıyı elde edemiyoruz.
"Türkiye'de filmler belli bir gişe yakalamaya başlasınlar, dünyanın gözü bizim üzerimizde"Birol Güven: Ama ben şuna eminim: Türkiye'de filmler belli bir gişe yakalamaya başlasınlar, dünyanın gözü bizim üzerimizde. Bütün dünyadaki sinema, televizyon endüstrisinin burada temsilcileri var. Ben, Türkiye'yi takip eden yabancılarla tanıştım. Bizim dizileri, oyuncularımızı, hikayelerimizi bizden daha iyi biliyorlar. Dolayısıyla çok şanslısın, yani şimdi hemen film yapıp onu dünyanın her yerine satabilirsin. Eskiden böyle bir şey yoktu.
Barışkan Ünal: Dizilerde bu kadar yaygın ağa sahipken içerik olarak biraz daha stratejik mi yaklaşmalıyız diye düşünüyorum. Dizilerimizde çok fazla bir silah, şiddet unsurları var. Türk kültürünü tanıtma konusunda daha mı stratejik olmalıyız?
Birol Güven: İnsanlar aynı şeylere ağlıyor, farklı şeylere gülüyor. Dolayısıyla biz yurt dışına satabilmek için melodram yapmak zorundayız. Biz şu anda tamamen ihracat ürünü yapıyoruz. Yaptığımız şey başka bir şey değil. Dolayısıyla bir pazar oluştu. Bizden talep ediyorlar. Belki 1970'li yılların Yeşilçam'ı gibi; "Şu oyuncularla şöyle bir hikaye istiyoruz" gibi. Şu andaki bizim sektörümüz tamamen sert melodramlar üzerine. Kötüler çok kötü, iyiler çok iyi. Dünyada bu melodramı bizden daha iyi yapabilen bir ülke yok. Böyle bir pazar oluştu. Bence dizilerin ülkeyi tanıtmasına, çok böyle reklam filmi gibi yapılmasına karşıyım. Sonuçta bu bir kurmaca. Bizim turizme de etkisi çok yüksek biliyorsunuz.
"Yurt dışına satılan her dizide Metin Erksan'ın Acı Hayat'ının izleri var"Birol Güven: Bir de onların kendi arasında da bir şeyleri var. Silahların konuştuğu, daha sert, daha eril hikayeler çok satılmıyor. Çok tercih edilmiyor aslında. Bizim yapımcılarımız da artık iyice benzer dizileri farklı oyuncularla yapmaya başladılar. Daha entrika odaklı. Çok sert melodram yapıyoruz. Melodram da nereden geliyor? Yeşilçam'ın üzerine inşa ettik aslında biz bu endüstriyi. Şimdi şimdi keşfediyoruz. Mesela benim bir iddiam var. Ben yurt dışına satılan her dizide Metin Erksan'ın "Acı Hayat"ının izleri olduğunu düşünüyorum. Yani tüm sektörümüzün borcu olduğunu düşünüyorum, her yerde "Acı Hayat"ı seyrediyorum. "Acı Hayat", Türkiye'nin bence en iyi filmi olmayabilir ama gelmiş geçmiş en etkili film olduğunu düşünüyorum. Hala da versiyonları yaptığımızı düşünüyorum.
"Sinema salonuna verelim uzaktan kumandayı ne olacak bakalım?"
Barışkan Ünal: Türk dizilerinin bu etkisinde insanların biraz da yavaş ve hafif şeyler izlemek istemesinden mi kaynaklanıyor? Amerikan yapımları, dijital ortamdaki diziler 40 dakikada çok şey anlatıyor ama işten yorgun gelip izlemeye çalıştığınızda müthiş odaklanma istiyor.
Birol Güven: Bizim ortalama seyircimiz dizileri biraz kulağıyla takip ediyor. O yüzden çok konuşuyoruz bir kere; çok konuşma, müzik hiç susmuyor. Melodram zaten biliyorsunuz melodisiyle arttırılmış bir hikaye var orada. Bir de temel meseleler tekrar edilir. Ben de yazarken çok tekrar yazıyordum. "Yani"yi çok kullanıyorum. Çünkü "migration (göç)" denen bir şey var; reklam arası verildiğinde seyirci başka bir kanala geçiyor. Sonra tekrar takip ettiği diziye dönüyor. Orada hikayeyi kaçırmaması gerekiyor.
Bir de dizi çok zordur sinemadan, daha zordur dizi yazmak. Sinemanın şöyle bir tarafı var. Bir adamı alıyorsunuz, karanlık bir odaya kapatıyorsunuz, kapıları kapatıyorsunuz, telefonlar kapanacak diyorsun, sonra da oturup seyrediyorsun. Burada işin kolay, bir hikaye anlatabilirsiniz. Televizyon öyle değil. Çocuğun ödevi var, telefonlar çalıyor, başka bir şeyle ilgilenmek zorundasın ve hala hikayeden kopmamak zorundasın. Bu da televizyon senaryosunu yazanın, yönetmenin görevi, onu kopartmamak. Çünkü rakip var. Bir de sinema salonunda uzaktan kumanda yok. Mesela sinema salonuna verelim uzaktan kumandayı ne olacak bakalım? Değiştirebilse filmi seyirci. Dizilere karşı bir elitist, yukarıdan bakma durumları var insanların ama hiç öyle değil. Çok zor, olağanüstü bir başarı var orada. Şöyle düşünün: Bir hikaye kuruyorsunuz, bir milyar insan seyrediyor, bu muhteşem bir şey bence.
Barışkan Ünal: Bu açıdan baktığımızda biraz dizinin dili de evrensel olmuş oluyor.
Birol Güven: Evet, evet. Hikayeler anonim zaten. Yani herhangi bir, hani Türk kültürü dediniz ya, ben herhangi bir ülkede çekilmiş olabileceğini düşünüyorum. Türkiye'yi çok yansıttığını düşünmüyorum, melodram olduğu için. Mesela gündelik hayat yoktur dizilerde. Gündelik hayatı biz yapıyorduk. Benim yaptığım gibi diziler gündelik hayat dizileriydi ama rekabet etme ihtimali yok gündelik hayatın.
"(Kötü kadını diziye ekleme) 75 bölüm falan daha devam etti dizi"Barışkan Ünal: Neden? Gündelik hayat da evrensel değil mi komedi unsuru dışında?
Birol Güven: Bizim seyircimizin bile ilgisini çekmiyor. Şöyle bir şey anlatayım. "Çocuklar Duymasın"ın son dönemlerinde reytingler düştü. Kanal yöneticileri dedi ki bitirelim. "Tamam, bitirelim. Ama aklımda bir şey var. Bana bir bölüm müsaade edin" dedim. “Onu deneyeyim, bakalım ne olacak". Bir şey de denemek istiyordum. "Tamam, bir bölüm, ne olacak deneyelim" dediler. Biz diziye bir tane Tutku adında bir kadın soktuk, kötü bir kadın. Haluk'a aşık oldu ama Haluk aşık olmadı ona. Kötü kadın böyle bir takıldı. Biz ondan sonra, yanlış söylemeyeyim 75 bölüm falan daha devam etti dizi.
Barışkan Ünal: Komediden melodramaya geçince tuttu?
Birol Güven: Hatta çok ilginç bir mail atmış bir seyirci. Bana diyor ki, "Birol Bey, şu nokta nokta kadını çıkarın, ben 'Survivor' seyretmek istiyorum." Yani gündelik hayat "zapping"de kolay vazgeçilebilir bir şey. Gerçekten gündelik hayat dizilerinde bir şey olmuyor ki. Herkesin ölüp bittiği "Seksenler" haber önünde yayınlandı. Rekabet edemedik. Çünkü rakibimizde neler oluyor, buraya bir bakıyorsun, bizim dizide işte eve telefon faturası gelmiş, bu kadar konuşulur mu diye büyük bir tartışma var. Öbür kanala bir geçiyorsun, işte entrika falan. Yani nasıl rekabet edeceksiniz. O yüzden şu anda Türkiye'de hiçbir tane bile gündelik hayat dizisi yok. Kanal yöneticileri artık yurt dışına sattıramayacağımız diziler yapmak istemiyoruz diyor.
"Kanallarımız çok deneysel, yapılmamış bir şeyi denemek istemiyorlar"Barışkan Ünal: O zaman siz de yeni bir dizi senaryo yazsanız, tarz mı değiştirmeniz gerekecek?
Birol Güven: Ben çok isterim ama beceremiyorum. Benim de başka bir numaram yok, ben de sadece gündelik hayat yazabiliyorum. O dizileri yazabileceğimi zannetmiyorum. Yani yazmam demiyorum, öyle bir yeteneğimim olduğunu düşünmüyorum.
Barışkan Ünal: Aklınızda dizi var mı? Bir gelecek hikayesi düşünüyordunuz.
Birol Güven: Arkadaşlarla birlikte güzel bir gelecek yazdık 2040'larda geçen bir hikaye. Onu o zamanlar birkaç kanala götürmüştük. Çok fazla yaratıcı buldular. Aslında bizim açık kanallarımız çok deneysel, yapılmamış bir şeyi de denemek istemiyorlar. Biz onu yapamadık. İyi ki de yapamamışız.
Barışkan Ünal: Neden?
Birol Güven: Ben 2017 yılında yazmıştım. 2040'ta olacağını düşündüğüm her şey 2020'de oldu. Rezil olacaktık. Gelecekle ilgili arkadaşlar, tahminlerinizi hep bir 10 yıl öne alın. Yani ne olacak diyorsanız onu hep 10 yıl öne alın. Gelecek bizim zannettiğimizden çok daha hızlı geliyor. Şöyle devrim niteliğinde şeyler var. Bizim şu anda yaşadığımız her şeyin nedeni 4G. Biz 4G'den sonra çok büyük bir değişim yaşadık; görüntülü konuşmaya başladık, sosyal medya 4G'den sonra oldu, Facebook'lar, yani aklınıza gelen bütün mecralar. Şimdi 5G geliyor. Şimdi her şey yeniden hesaplanacak. 5G demek otonom demek. Yani sürücüsüz arabalar girecek hayatımıza, belki seneye yani.
"Dijital platformlar da mecradır, hiçbir şeyi değiştirmez, inşallah kaliteyi artırır"Seyirci sorusu: Teknolojinin gelişmesiyle son dönemde ciddi bir meydan okuma var, hem dizilere hem sinema sektörüne. Bunlar da dijital platformlar. Siz dijital platformları nasıl değerlendiriyorsunuz, Türk dizi ve film sektörünü nasıl etkiliyor?
Birol Güven: Ben meydan okuma olarak görmüyorum, bunların hepsinin beslendiği yer sinema. Biz ne öğrendiysek sinemadan öğrendik. Bütün deneyler, anlatı biçimleri sinemada gelişiyor, sinema yoksa bırakın dijital platformları, TikTok videosu çekemezsiniz. Bugün insanlara romantik bir akşam yemeğini anlatın deseniz anlatacağı her şeyi bir filmde görmüştür büyük ihtimalle. Her şeyi biz oradan öğrenmişizdir. Mafya dediğiniz şey, "Baba" filminden önce öyle giyinmiyormuş, bizim hayatımızı…
Dijital platformlar da mecradır, hiçbir şeyi değiştirmez, inşallah kaliteyi artırır. Bu tarafta da güzel gelişmeler oluyor. Genel Müdür olunca öğrendim, Fransa'nın Lille kentinde bir televizyon marketi var. Burada sadece mini diziler alınıp satılıyor, mini diziler festivali. Benim çok hoşuma gitti, büyük ihtimal önümüzdeki yıl Türkiye'deki iyi mini dizileri oraya götürüp hem markete sunacağız hem yarıştıracağız, büyük ihtimal ödül de alırız, çünkü dizide güçlüyüz. Ben renklilik, sektörümüzü büyüten bir şey olarak da görüyorum. Sinemacılar için de yeni çalışma alanı; ister film çekin isterseniz açık kanallara bizim geleneksel diziler çekin, tahminim 5-10 yıl daha dünyada bizim geleneksel dizilerimiz devam edecek, dijital platformlara mini dizilerde çok iyiyiz. İnanılmaz bir jenerasyon oluştu, çok hızlı ve çok iyi çekiyorlar. Dizi sektöründe çalışıyorlar ama hepsinin amacı sinema filmi çekmek. Mini diziler de dijital platformlarda sinemaya giden yolculuğumuzda başka adım olacak. Çok güzel bir gelişme olarak görüyorum. Bir de endüstriyi büyütüyor. Bu sektörde gelişen arkadaşlar için iyi bir şey.
"Size yepyeni, büyümekte olan bir mecra söyleyeyim, dikey diziler"Birol Güven: Şimdi size bir tane yepyeni, büyümekte olan bir mecra söyleyeyim, dikey diziler. ABD'de başladı. Yeni jenerasyon giderek daha kısa dizi seyretmek istiyor ya, birer dakikalık dizi çekiyorlar. Yakında dikey dizi festivalleri, yarışmaları başlayacak. Bunları kim destekliyor, telefon şirketleri dünya para dağıttılar. Onlar da dizi seyircisini yataya kaptırmak gerekiyor.
Seyirci: İlk sorum Sinema Genel Müdürlüğünüzle bağlantılı. Dikey diziler, yapay zeka oyuncuları ve dijital platformlarla ilgili yeni mecra türlerinde bir fon destekleme düşünüyor musunuz? İkincisi dikey dizide karakterin iç dünyasını anlatmak çok zor. Bu konuda senarist olarak sizin tavsiyeniz var mı?
Birol Güven: Sinema Genel Müdürlüğü olarak mecralarla hiç ilgilenmiyoruz. Yani bu bir destek verirken bunun nerede yayınlanacağının peşinde değiliz. Bizim bütün hayalimiz beyaz perde. Onu olabildiğince yaşatmak. Biz yasamızda var ama dizilere destek vermiyoruz. Vermeme nedenimiz dizi sektörü kendi ayaklarının üstünde duruyor, paraya ihtiyacı yok. Bu platformlar çok para dağıtıyor zaten. Açık kanallar da çok para dağıtıyor.
Sinema gerçek değil, kurmaca ama kim söylemiş bunu çok hatırlamıyorum ama çok güzel bir laf var; sinema salonunda yaratılan her şey gerçek, bütün duygular gerçek. Biz sinema salonuna gidip ağlayabiliriz, filmi seyredip ağlayabiliriz. Ya metroda dikey dizi seyreden bir çocuk nasıl ağlayacak ki? Ama şimdi 2015 yılından sonra doğan çocuklara sormak lazım ya bunu. Onlar çok seviyor.
"(Yapay zeka ile) Yapamadığımız filmleri yapacağız"Barışkan Ünal: Bir röportajınızda "Yapay zeka çağında güçlü bir devlet için güçlü sinema lazım." diyorsunuz, bunların hepsi o güçlü sinema için atılması gereken veya atılabilecek adımlar.
Birol Güven: Tabii, 21. yüzyılda güçlü bir devletten bahsediyorsak, sineması güçlü olmayan güçlü devlet yok.
Seyirci sorusu: Dizilerin ve filmlerin artık yapay zeka katkısıyla yapıldığına ve bunun gitgide ana akım olacağına dair bir kehanet var. İkinci olarak bizim dizi ve filmlerimizin "remake"inin (başka ülkede yeniden çekilmesi) yapılmadığı yorumları var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Birol Güven: Bizim bütün dizilerimizin "remake"i yapılıyor, hatta Türkiye'de çekiyorlar. Birçok ülkenin oyuncuları Türkiye'ye geliyor, aynı metinleri çekiyor ve mesela Suudi Arabistan'da yayına giriyor. Ama bu iyi bir şey mi bilmiyorum. Dizilerimizin "remake"nin orada yapılması endüstrimiz açısından tartışılır. "Remake"lerimiz illa yapılacaktır çünkü bu kadar yüksek üretim olunca, çok iyi hikayeler de yakaladığımız zaman "remake"leri yapılacaktır.
Yapay zeka bizim işimizi elimizden almayacak ama yapay zekayı iyi kullanan biri işimizi elimizden alacak. Dahası yapay zekayı iyi kullanan sektörümüzden olmayan birisi de işimizi elimizden alabilecek. Yapay zekanın aslında en büyük tehlikesi bu. Yapay zekayı kullanarak bir senarist senaryo yazabilir ama yapay zekayı kullanarak bir doktor da senaryo yazabilecek.
Bence yapay zeka muhteşem bir şey ve bizim kapasitemizi artıracak. Doktorun, mühendisin, habercinin, en çok da sinemacının kapasitesini artıracak. Muhteşem bir asistan o. Film yapmayı kolaylaştıracak, ucuzlaştıracak. Yapamadığımız filmleri yapacağız. 2040'lar senaryosunu yapamadım, o zaman 2040 model buzdolabı yok, markaları dolaştık yok. Şu anda yapay zekayla yapılabilir.
"(Yapay zekayı) Kameradan farklı görmüyorum"Birol Güven: Film yapmak için iki şeye ihtiyaç var. Biri bilgi. Bilgi çok önemli değil, yapay zekadan filmin nasıl yapılabileceğini öğrenebilir herkes. İkincisi dert. Dert konusu işin içine girdiği zaman, insan faktörü hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Bu aletlerin derdi olamaz herhalde. Yapay zekanın travması, trajedisi ne olabilir, trajedisi, travması olmayanın sineması olmaz. Derdi olmayanın da sineması olmaz. Dolayısıyla yakında yapay zekayla yapılmış filmler festivali yapacağız, bunların birincisini, ikincisini seçeceğiz, kime vereceğiz bu ödülü, kim alacak bu ödülü? Bir insan alacak, büyük ihtimal bütün yarışmacılar aynı yapay zekayı kullanacak.
Ben karikatürize ederek söylüyorum; kameradan farklı görmüyorum. Dünyanın her setinde aynı kamera kullanılıyor ama aynı film çekilmiyor. Yapay zeka da böyle bir şey. Belki aynı "prompt"ları yazacağız ama farklı filmler ortaya çıkacak. Bence yapay zeka içimizdeki derdi beyaz perdeye aktarmanın bir yolu olacak. Volkan Konak diyor ya "Herkesin bir derdi var durur içerisinde". Belki de yapay zeka içimizdeki derdi alıp beyaz perdeye yansıtacak.
"Herkesin derdi aynı: O da varoluşuyla ilgili, ölümüdür"Barışkan Ünal: Diğer konuklarımıza da benzer soruyu sorduk sayın yönetmenler Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu'na. Üç binden fazla dizi senaryosuna imza atmış bir insansınız, sizin senaryo yazmaktaki "derdiniz" nedir?
Birol Güven: Şimdi şöyle, hiç kimse yazarken derdini bilmez. Büyük sanatçılar, ressamlar da nasıl yaptığını, neden yaptığını anlatamayabilir. Bu bilinçli bir dert olabilir, bilinç dışında olabilir dert. Şimdi geriye dönüp bakabiliriz, "ya benim derdim neymiş" diye. Ben bu soruyu kendime sordum. Daha önceden sordum. Biraz cevaplarını ben "Mandıra Filozofu"nu da ben yazdım, orada buldum. İnsanın bence bir tane derdi var, herkesin derdi aynı: O da varoluşuyla ilgili, ölümüdür. Biz öleceğimizi bilen insanlarız. Bizim bütün derdimiz ölümün bize sunduğu, işte ne diyelim, yani dert çok güzel bir şey çünkü...
Barışkan Ünal: Ölüm karşısında nasıl yaşamak?
Birol Güven: Evet. Yani belki işte Nietzsche'ye göre insanın derdi güç, Freud'a göre haz, İslam tasavvufuna göre bir uyanış. Belki filmleri bu uyanış için çekiyoruz. Yani ben bu sorunun cevabı olabileceğini düşünmüyorum ama bir cevap arıyorsak bunu varoluşta, ölümde aramız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Allah "spoiler" vermiş. Final belli. Yani Allah finali söylemiş bize ve demiş ki "Final belli, hadi gidin yaşayın." Bu çok büyük bir trajedi.
Barışkan Ünal: Epik bir yolculuk. Kahraman yolculuğunda belli son, sadece macerayı nasıl yaşayacaksın?
Birol Güven: "Titanic" gibi. Titanic'in batacağını hepimiz biliyorduk ama gidip seyrettik. Demek ki finalle ilgili bir şey değil. Finali biliyoruz zaten. Onunla nasıl mücadele edeceğiz? Bir şekilde bence sinemacının derdi değil bu. Belki psikologların, diğer bilim alanlarının… O yüzden film eleştirisi diye bir şey var, o yüzden eleştirmen bizi inceleyebilir. Benim başıma geldi. Ben yine o cahiliye döneminde "Çocuklar Duymasın"da ama nasıl izleniyor biliyor musunuz? O kadar izleniyor ki 76 "share", 30 reyting alıyor, Türkiye'deki herkes seyrediyor gibi aşağı yukarı. Beni Boğaziçi Üniversitesi'ne davet ettiler. Nüket Sirman Hoca, antropoloji bölümü. Bir gittik, beni yemeğe götürdüler. Sosyoloji bölümünden, psikoloji bölümünden, felsefe bölümünden hocalar dediler "Birol, sana bir şey anlatacağız ama anlatacaklarımızı unutman lazım. Unutmazsan yazamazsın." Benim yazdığım "Çocuklar Duymasın"ı bana anlattılar. Ben neler yapmışım. Hiç alakası yok yani. Dedikleri, ya bence o günkü dünya görüşüm ama onlar okumuşlar. Yani benim hayata bakışımı, kadın erkek ilişkilerini, neler, neler! Mesela ben “Çocuklar Duymasın"da erkek her zaman üst sınıftan bir kadınla evlenmek istermiş diye yazmışım. Ama ben yazarken öyle yazmadım.
Can Barslan, karikatürist anlatmıştı bana. Mimar Sinan Üniversitesi'ne davet etmişler. Karikatürünü koymuşlar ekrana. Demişler ki, işte orada kaplumbağa, otomobil. 45 dakika arabayı konuşmuşlar. Burada işte yazar, çizer, proletaryanın halk arabası, Almanya'da vs. Can, "Ben başka araba çizmesini bilmiyorum." diyor. Çok güzel bir konu bu tabii, bilinç dışını analiz ediyor.
Barışkan Ünal: Çünkü bir film çekilirken siz senaryosunu yazıyorsunuz ama o sinematografiyle, oyuncularla bir araya geldiğinde, dönemin koşullarıyla birleştiğinde ilk yazılandan çıkıp farklı bir bağlama da oturuyor, çoklu okumaya götürüyor.
Birol Güven: Evet evet, yani birçok şey böyle tevafuk oluyor, o geliyor, bu geliyor. Ama karşıdan görünüşü bambaşka oluyor tabii.
"Çocuklar Duymasın"ı pandemide yazmayı çok isterdimBarışkan Ünal: Siz Mandıra Filozofu'ndan bahsetmişken "Tekrar yazabilsem onu tekrar yazardım" dediniz bir röportajınızda, neden?
Birol Güven: Bende şöyle bir şey var, bu bende bir eksiklik de olabilir. Ben yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyorum. Hiçbir şeyle gurur duymuyorum. Seyredemiyorum bir kere, kendi yazdığım hiçbir şeyi seyretmiyorum. Şimdi eski dizilere bakıyorum, yeni yeni alışmaya başladım, "Ayrılsak da Beraberiz"e. Tam okullarda okutulacak bir dizi, her şeyi yapmışız, saçma sapan bir dizi, çok absürt olmuş.
Barışkan Ünal: Hatırlıyorum, o dönem için keyifli bir diziydi.
Birol Güven: Çok güzeldi, insanlar onu çok seviyordu. Ben de çok seviyorum. Ama genel olarak ben böyle yaptığımda gurur duyan birisi değilim. "Çocuklar Duymasın"ı bugün yazsam başka yazarım. "Mandıra Filozofu"nu şimdi yazmayı çok isterdim. "Çocuklar Duymasın"ı pandemide yazmayı çok isterdim. Dedim Allah'ım keşke şu dizi pandemide devam etseydi. Çünkü ben şunu çok seviyorum; dar alanda bir şey yapmak, hani dışarı çıkamamak, sıkışmak. O benim yaratıcılığımı çok arttırıyor.
"Cezai şart vardı 4,5 milyon dolardı, o hafta kaseti yetiştiremezsek, o benim zihnimi açıyordu"Barışkan Ünal: Peki senaryolarınızı yazarken sizin bir çıkış noktanız var mı? Önce bir tema mı aklınıza geliyor, bir karakter, bir olayla karşılaşıyorsunuz, bu mu size ilham veriyor?
Birol Güven: Samimi bir şey söyleyeyim, ben bir ara dört dizi yapıyordum. Hepsinde de yazar olarak katkım vardı. "Çocuklar Duymasın", "Ayrılsak da Beraberiz", "En Son Babalar Duyar", "Kadın İsterse". Hepsini yazıyorduk. Bir röportajda bana sordular "Nasıl bu kadar yazabiliyorsun?" Ben o zaman şey demiştim, "Sözleşmem var, yazmak zorundayım." Ciddi söylüyorum. Cezai şart vardı, 4,5 milyon dolardı, eğer o hafta kaseti yetiştiremezsek. O benim zihnimi açıyordu.
"Yazmak için mutlaka bir tespitte bulunmak gerekiyor"Birol Güven: Pratik de şöyle bir şey yapıyordum. Yazmak için mutlaka bir tespitte bulunmak gerekiyor. O bir gazeteden, haberlerden bir şey olabilir. Bir yerlerden mutlaka bir şeyler yakalamam gerekiyor. Mesela Haluk'un kızı dövme yaptırmak istiyor, "piercing"... O öyle küçük bir şey. Bazı toplantılar yapıyorduk o zaman, senaryo toplantıları. Ben arkadaşlara diyordum, bana hikayeler buluyordu arkadaşlar. Diyorlardı ki, "Şöyle bir şey yapalım." Ben diyordum "Yok o sadece filmlerde olur." Halbuki biz de bir film yapıyoruz.
Ben gerçek hayatı çok seviyorum. Gerçek hayat kadar ilginç, gerçek hayat kadar komik, heyecan verici bir şey yoktur. Öyle bir güzel bir şey yazalım ki, hiçbir şey senarist istedi diye olmasın. Şu anda da ben kuruldayım. Bütün senaryoları okuyorum. Şöyle bir takıntım var. Olaylar gerçekten olması gerektiği, olduğu için mi oluyor, senarist istediği için mi oluyor? Bizim genelde senarist istediği için olur. O oradan gelir, o olmayacak şeyler olur ama senarist öyle yazmıştır, öyle olur.
Barışkan Ünal: Hep senaryo yazdınız, yapımcılık yaptınız, hiç kendi senaryolarınızı yönetmeyi düşünmediniz mi?
Birol Güven: Düşünmedim. Denedim, hiç bana göre değil. İki şey bana göre değil. Bir tanesi yönetmenlik. Gerçekten öyle bir özen ve sabır yok. Çok ışık bekliyorlar. Sete gitmeyi de sevmiyorum. Sette bir kere ne zaman gitsem sessiz ol diyorlar. Hani sessiz olman gerekiyor. Işık, ışık, ışık... Kendimi orada özensiz buluyorum, beceremeyeceğimi düşünüyorum. Sinema aslında kompozisyonların kompozisyonu. Çok zor bir şey aslında. Her sanat bir kompozisyon. Müzik, resim, aksiyon. Sinema kompozisyonların kompozisyonu. Bunu sağlayan kişi de yönetmen, orkestra şefi. Benim öyle bir yeteneğim olduğunu düşünmüyorum.
Muhabir: Barışkan Ünal