TOPLUMSAL DEĞERLERİMİZİN GİDEREK ZAYIFLADIĞININ FARKINDA MIYIZ?
Bir zamanlar komşunun anahtarının komşuda kalacak kadar komşuların birbirine güvendiği, sözün senet sayıldığı ve çocukların 'doğruyu söyle' dendiğinde başlarını eğmeden dürüstçe konuştuğu bir toplumduk. Sokakta biri yere düşse elinden tutan çok olurdu, yaşlı birine yol vermek için duraklayan gençler bulunurdu. Güven, sadece banka kasalarında değil, insanların kalplerinde taşınırdı. Ama şimdi... Aynı semtte oturup birbirini tanımayan insanlar, verilen sözlerin tutulmadığı ilişkiler, menfaatin erdemin önüne geçtiği ve bize dayatılan bir hayat düzeniyle karşı karşıyayız.
Günümüzde toplumumuzda en çok şikâyet edilen konulardan biri verilen sözlerin tutulmaması, doğruluk ve dürüstlük gibi temel ahlaki değerlerin giderek önemini yitirmesidir. İnsanların birbirine güven duyamadığı, sözlerin güven vermediği, çıkarların değerlerin önüne geçtiği bir sosyal yapı, uzun vadede toplumsal birlikteliği zayıflatmakta ve ahlaki çöküşü beraberinde getirmektedir. Oysaki her sağlıklı toplum, güvene, sadakate, doğruluğa ve ahlaki değerlere dayanır. Bu değerlerin aşındığı bir toplumda hem bireysel hem de kurumsal ilişkiler çıkmaza girer. Bu değerlerin aşınması aslında toplumsal çürümeye neden olmaktadır.
Toplumsal çürümenin temelinde sadece bireysel ahlaki zaaflar değil, aynı zamanda eğitim, medya, aile yapısı ve kamusal rol modellerin yetersizliği gibi birçok yapısal etken de yer almaktadır. Bu bağlamda, sorunları yalnızca bireysel düzeyde değerlendirmek eksik kalır. Bireyin içinde yaşadığı toplumun değer yapısı, kurumları ve yöneticileriyle şekillendiği unutulmamalıdır.
Toplumda doğruluk, dürüstlük, sözünde durma gibi temel değerlerin giderek zayıfladığına tanıklık ediyoruz. Kimimiz “Eskiden böyle değildi” deyip iç geçiriyoruz, kimimiz ise alışıp umursamaz hale geliyoruz. Oysa bu sessiz değişim, geleceğimizi tehdit eden ciddi bir toplumsal çürümenin işaretidir. Güvenin zedelendiği, yalanın olağanlaştığı bir toplumda bireylerin huzurlu ve sağlıklı ilişkiler kurması mümkün değildir.
Peki, bu çürümeyi durdurmak ve toplumsal değerleri yeniden canlandırmak için ne yapılabilir?
Her şeyden önce eğitim sisteminin sadece bilgiye değil, aynı zamanda karakter gelişimine de odaklanması gerekir. Çocuklara küçük yaşlardan itibaren dürüstlük, empati, sorumluluk, sözünde durma gibi temel değerler sistemli bir şekilde kazandırılmalıdır. Değerler eğitimi sadece ders kitaplarına sıkıştırılmamalı, öğretmenlerin, yöneticilerin ve hatta ailelerin günlük yaşamlarında da bu değerleri modellemeleri sağlanmalıdır.
Her bireyin kendinden başlaması gerekir. Küçük gibi görünen bir sözleşmeyi yerine getirmek, dürüstçe davranmak, başkasının hakkını gözetmek gibi davranışlar zincirleme bir etki yaratabilir. Toplumsal değişim, bireyin kendi vicdanında başlar.
Toplumsal değerler bir anda kaybolmaz; ihmal edildikçe sessizce eksilir. Bu değerleri yeniden canlandırmak ise bireyden devlete, aileden medyaya kadar herkesin ortak sorumluluğudur.
Unutulmamalıdır ki bir toplumun geleceğini sadece ekonomik veya teknolojik gelişmeler değil, ahlaki değerlerinin gücü belirler. Bu değerleri yeniden inşa etmek hepimizin sorumluluğudur.