MÜ’MİN; KİN DUYDUĞU DÜŞMANINA KARŞIDA ADALETLİ OLMAK ZORUNDADIR
Mü’min; hayatının merkezine adaleti alan, hiç kimseye haksızlık yapmayan özelliğe sahiptir. Müslüman; kin ve nefret duyduğu düşmanına karşı bile adaleti zedelemeyen, aleyhine karar verilecek olsa bile yalana başvurmayan kişidir. Dini, ahlaki, siyasi, sosyal, ekonomik, bilimsel ve benzeri, hayatımızın bütün alanlarında başarılı olmamızı sağlayacak esas, emanetlerin ehline verilip, adaletle hüküm verilmesi ile mümkün olacağının bilinmesi gerekmektedir. İnsanların en çok ihtiyaç duydukları konulardan biri, beklide en önemlisi, adalettir diyebilirim. Adalet, doğru hükümlere bağlı olarak ancak doğru muhakeme sonucunda sağlanabilir.
Âyet-i Kerimelerde: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” “…Aralarında adaletle hükmet, Allah âdil olanları sever.” (Mâide Sûresi âyet:8,42) Maide Sûresi 8. âyette; İslâm’ın sosyal, hukukî ve ahlâkî amaçlarının önemli bir bölümü çok net ifade edilmektedir. Adalet; Ferdî ve sosyal yapıda dirliği, düzenliği, hakkaniyet ile eşitlik esaslarına uygun bir şekilde davranmayı sağlayan ahlâkî erdemi de içinde barındırmaktadır. Adalet, sosyal hayatın en önemli denge unsuru ve teminatıdır. Bu sebepledir ki; Allah(c.c.) Mü’minlere adaletle şahitlik etmelerini, herhangi bir topluma karşı besledikleri kin, öfke yüzünden onlar hakkında adaletten ayrılmamalarını, aynı zamanda insanların Allah katında en üstün değer olan takvaya sahip olmanın adaletle mümkün olduğunu bildirmektedir. Mü’minler, haksızlığı ortadan kaldırarak yerine hakkı ve adaleti getirmek, bu husustaki faaliyetlere katkıda bulunmakla mükelleftirler. Kur’an’ın ana maksatlarından biri de adalet ilkesine dayalı ve hukuka güvenin hissedildiği bir sosyal düzen kurmaktır.
“Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Nisa Sûrei âyet:135) İnsan topluluklarının korunmaya, düzene ve adalete ihtiyaçları vardır; devlet de bu ihtiyaçlardan doğmuştur. Adaletin gerçekleşmesinde bağlayıcı hukuk kuralları kadar onları uygulayan yönetici ve hâkimlerle hakkın veya suçun ispatı için gerekli bulunan şahitler önemli rol oynamaktadırlar. Yönetici, hâkim ve şahitler elde edecekleri veya elden kaçırmak istemedikleri şahsî menfaatleri veya yakınlarının menfaatleri sebebiyle adaletten sapabilmektedirler. Ayrıca davacı ve davalının sosyal, ekonomik, siyasî durumu da şahit ve hâkimleri etkileyebilmektedir. Adaletin zedelenmesine izin verilemeyeceği çok net vurgulanmıştır.
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl Sûresi âyet:90) “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisa Sûresi âyet:58) buyurulmuştur.
Adalet; davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, denge, denklik, dürüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Adalet’in birçok tanımı yapılmakla birlikte en yaygın ve kabul görmüş şekliyle kısaca: Her hak sahibine hakkını vermek, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi, kim olursa olsun eşit muamelede bulunmak olarak tanımlayabiliriz. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adalet ile sağlanmaktadır. Adalet’in olmadığı yerde Zulüm vardır. Zulüm, Adalet’in zıddıdır. Zulüm; haddi aşmak ve bir şeyi olması gereken yerden farklı bir yere koymak anlamına gelmektedir. Zulüm ıstılahta; adaletsizlik, düşmanlık, hakkı engellemek, gayri meşru bir şekilde değiştirmek, noksanlaştırmak suretiyle adaletten sapmak diye tanımlanmıştır.
İslâm düşünürleri, kâinatın her alanında var olduğunu kabul ettikleri ve zaman zaman Adl (adalet) kavramıyla da ifade ettikleri mükemmel nizamı, gerek her bir bireyin ahlâkî kişiliğinde, gerekse tabiatı gereği medenî varlıklar sayılan insanların birbirleri arasındaki münasebetlerinde yani toplumsal ve siyasal hayatta da bulunması zorunlu bir ilke olarak görmüşlerdir. Ahlâk kitaplarında bireyin ahlâkî kişiliğinin gelişmesi için gerekli görülen dört temel erdemden biri adalettir. Adalet erdemi, hikmet, şecaat ve iffet şeklinde sıralanan diğer erdemleri de kuşatan bir fazilet olarak kabul edilmektedir. Sosyal hayat, zorunlu olarak fertler arasında ortak münasebetler kurulmasıyla gerçekleşir. Ancak bu ilişkilerin, hem Allah’ın iradesine ve rızasına hem de insanların iyiliğine uygun olarak sürdürülebilmesi için öngörülen şartların başında adalet gelir. Bu sebeple adalet, yalnız ahlâkî bir erdem değil, aynı zamanda hukukun da en temel ilkesi ve bütün yasalarda gözetilmesi gereken amaçtır.
Her zaman Hak’tan, hakikatten, adaletten yana olup, dünyada ki bütün zulümleri sonlandırmak için gayret etmeliyiz. Allah (c. c.), her birimize, adaleti bir hayat yaşamayı nasip eylesin. Sıhhat ve afiyetler dilerim.