GÖRMEK: GÖRÜNDÜĞÜNÜN ÖTESİNİ ANLAMAK
Günümüz dünyasında bilgiye erişimin hızlanması ve görselliğin yaşamın her alanına sirayet etmesi, insanları gördüklerine çabuk inanan, sorgulamaktan uzak bireyler haline getirme riski taşımaktadır. Oysaki gerçek görmek, yalnızca gözle yapılan bir eylem değildir; anlamak, sorgulamak, sezmek ve çözümlemekle tamamlanır. Görmek, aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark etmekle başlamaktadır.
Günlük hayatımızda bir fotoğrafa bakmak, bir haberi okumak ya da bir insanla yüz yüze gelmek, bize mutlak gerçeği sunmaz. Bu olaylar sadece bir yüzeydir. O yüzeyin altında yatanı görmek için bakışın ötesine geçmek gerekir. Filozofların da sıkça dile getirdiği gibi "görmek", zihinle yapılan bir eylemdir. Gerçek anlamda görmek, insanın önyargılarından sıyrılması, duyduklarını ve gördüklerini süzgeçten geçirmesiyle mümkün olur.
Sosyal medyanın ve dijital platformların yükselişiyle birlikte görüntüler ve kısa metinler aracılığıyla oluşturulan algılar, çoğu zaman hakikatin üzerini örten bir sis perdesi işlevi görmektedir. Bir insanın gülümsemesi, onun mutlu olduğunu; lüks bir arabaya biniyor olması, başarılı ve huzurlu olduğunu göstermez. Hayat, çoğu zaman bize yüzeyde parlayanı sunar; ama o parıltının ardında neler olduğunu görmek için daha derin bir bakışa, eleştirel bir düşünce yapısına ihtiyaç vardır.
Bu bağlamda bakıldığında, "hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark etmek" yalnızca bireysel bir farkındalık değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinçlenme sürecidir. Politik söylemlerden medya haberlerine, günlük sohbetlerden kültürel temsillere kadar birçok alanda, görünene değil gerçeğe odaklanmak; toplumu yanılsamalardan arındırır.
Bu manada bir çocuğun suskunluğu yalnızca utangaçlık olmayabilir. Bir kadının sessizliği bir onay değil, bastırılmış bir çığlık olabilir. Bir gencin öfkesi yıkıcılık değil, anlaşılma çabasıdır belki de. Tüm bu örnekler, “görmek” eyleminin basit bir gözlemden çok daha fazlası olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
İnsan ilişkilerinde de bu derin bakış açısı büyük önem taşır. Sevdiklerimizi, komşularımızı, iş arkadaşlarımızı sadece dışsal tutumlarına göre değerlendirdiğimizde, çoğu zaman onları gerçekten tanımamış oluruz. Görmek, empatiyle, dikkatle, sabırla ve içsel bir farkındalıkla bütünleştiğinde gerçek anlamına kavuşmaktadır.
Görmek yalnızca bir eylem değil, bir farkındalık biçimidir ve bu durum farkındalıkla yaşamak, bizi sadece bireysel olarak daha derin bir anlayışa ulaştırmaz; aynı zamanda toplum olarak daha adil, daha duyarlı ve daha bilinçli hale getirir.
Unutulmamalıdır ki, her şeyin göründüğü gibi olmadığını görmek hem bireysel uyanışın hem de kolektif dönüşümün ilk adımıdır.