Prof. Dr. Baran Yıldız


Günün yazısı


[5/3 01:18] Ömer Tarık Yılmaz: Asıl adı Ebu Osman Amr b. Bahr b. Mahbub el-Câhiz el-Kinani’dir. 767-777 yılları arasında Basra’da doğdu. Gözünden dolayı “Câhiz” lakabıyla anıldı. Küçük yaştan itibaren ilim öğrenmeye karşı şiddetli bir arzu duydu. Canlı bir ilim hayatının bulunduğu Basra’da Sibeveyh, Halil b. Ahmed gibi meşhur bilginlerden gramer, edebiyat ve tarih eğitimi aldı. Kelami meseleleri öğrenerek kendini geliştirdi.##Hayatının sonuna doğru felç oldu. Ömrünün son dönemini geçirdiği Basra’da 869 senesinde vefat etti.##İnce boyunlu, esmer tenli ve kısa boyluydu. Neşeli, şakacı, zeki ve tartışmacı bir karaktere sahipti. İslam düşünce tarihine katkısından daha çok yazarlık ve edebiyatçılığıyla kendini gösterdi. Yazılarında ahengli bir üslup kullandı, sunilikten kaçındı. Kitapların, kolay anlaşılması için açık ifadelerle yazılmasını teşvik etti. Eserlerinde dikkat çekici psikolojik tahliller yaptı.##Toplumsal olay ve meselelere geniş yer verdi. Başta Kitâbü’l-hayevân ve el-Beyân ve’t-Tebyîn’i olmak üzere üç yüz altmış civarında eser kaleme aldı.  - ÜNLÜ EDEBİYATÇI VE KELAMCI: CÂHİZ
[5/3 22:13] Ömer Tarık Yılmaz: 28 - Müslüman Kardeşine «Ey Kafir» Diyen Kimsenin İman Halini Beyan Bâbı
 
224- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.
 
(Dedi ki): Bize Muhammed b. Bişr ile Abdullah b. Nümeyr rivâyet attiler. Dediler ki: Bize Ubeydullah b. Ömer, Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):
 
«Bir adam din kardeşini tekfir ederse ikisinden biri o tekfir sebebiyle muhakkak (küfre) döner.» buyurmuşlar.
 
225- Bize Yahya b. Yahya et-Temimî ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybetü'bnü Said ve Alî b. Hucr toptan İsmail b. Ca'ferden rivâyet ettiler. Yahya b. Yahya dedi ki: Bize İsmail b. Ca'fer, Abdullah b. Dinar'dan naklen haber verdi ki, kendisi İbn Ömer'i şöyle derken işitmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
 
«Her hangi bir kimse din kardeşine; «ey kâfir,» derse bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne a'lâ! Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.» buyurdular.
 
Bu hadis müttefekun aleyhtir. Buhârî onu «Kitabü’l-Edeb» de rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd ile Taberâni de ayni ma'nada hadisler rivâyet etmişlerdir.
 
Tekfir: Küfre nisbet etmek, kâfir olduğunu iddia eylemektir. Bazıları bu kelimenin tekfir değil, ikfâr şeklinde kullanılacağını iddia etmişlerse de tekfir şekli hadisde vârid olmuştur.
 
Ulemadan Bazıları bu hadisi müşkül saymışlardır. Çünkü ehl-i Hakkın mezhebine göre bir müslüman zina ve katil gibi günahlar sebebiyle dahi tekfir edilemez. İslâm dinini bâtıl i'tikad etmemek şartiyle din kardeşine kâfir demek de böyledir. Bu sebeble ortaya bir çok te'viller çıkmıştır.
 
1- Hadis, din kardeşine kâfir demeyi helâl i'kad edene hamlolunur; böylesi kâfirdir. Bu takdirde: «Tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak-küfre döner.» ifadesinin ma'nası tekfiri kendisine döner de kendisi kâfir olur, demektir. Zira eğer kâfir diyen sözünde sâdıksa, muhatabı kâfir olur, yalan söylemişse sözü kendisine döner.
 
2 - Din kardeşine isnâd ettiği nakisa ve onu tekfirinin günahı kendisine döner. İbn Battal’ın kavli budur.
 
3 - Hadis, mü'minleri tekfir eden haricîlere hamlolunur. Bu vechi Kâdi Iyâz (rahimehüllah), imâm Mâlik b. Enes (rahimehüllah) dan rivâyet etmişse de mezkûr vecih zaif görülmüştür. Çünkü sahih ve muhtar olan mezheb, ekser-i ulemâ ile muhakkikinin, kavlidir. Bu kavle göre ise emsali ehl-i bid'at gibi hâriciler de tekfir edilmezler, Maamafih ulemadan bazıları haricîlerin tekfirinde ısrar etmektedir. Çünkü hâriciler hakikaten din-i islâmm —hâşa— bâtıl olduğuna inanmakda ve son derece çürük ve fasid bir takım delillerle islâmiyeti küfür saymaktadır.
 
4 - Din kardeşine kâfir demek âkibet kendini küfre götürür; çünkü, günahlar küfrün postasıdır derler. Bu sözü çok diline dolayanın âki-beti küfür olacağından korkulur. Hadisin sonunda: «Eğer (o kimse) dediği gibi ise ne a'lâ. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.» buyu-rulması, keza Ebû Avâne'nin rivâyetinde: «Eğer dediği gibi ise ne a'lâ! Aksi takdirde kendisi küfre döner.» denilmesi bu vechi te'yid' eder.
 
Bir rivâyetde: «Bir kimse din kardeşine; «ey kâfir» derse ikisinden birine küfür vâcib- olur.» buyurulmuştur.
 
5 - Hadisin ma'nası; tekfiri kendisine döner demektir. Yanî dönen küfür değil, tekfirdir. Zira dîn kardeşini kâfir sayması kendini tekfir etmek gibidir.
 
Ancak ulemanın bu te'villeri, kâfir diyen şahıs sözünü tefsir etmediğine göredir. Şayed tekfirinin sebebini izah ederse günahkâr değil, ma'zur olur. Nitekim asr-ı seâdetde Hâtıb b. Beltea (radıyallahü anh) Mekke müşriklerine mektup yazarak İslâm ordusunun ahvâlini bildirmek istediği zaman Ömer (radıyallahü anh) kendisine münafık demiş; fakat bu sözü, müşriklere mektup yazmakla hakikaten münafık oldu zannıyla söylediği için ma'zur sayılmıştır; Söylediği sözün hükmünü veya kâfir dediği şahsın hâlini bilmeyen de Allahu a'lem ma
[5/3 22:14] Ömer Tarık Yılmaz: Tarihte Bugün
 
•  Yeşilay’ın Kuruluşu 1920
•  BM, Bosna’ya Türk Askeri Gönderilmesini Kabul Etti 1994
•  Hukuk Devleti Günü
 
Kuveyt Türk Dijital Takvim
 
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[5/3 22:14] Ömer Tarık Yılmaz: Günün Ayeti
 
“(Rasûlüm!) De ki; ...Dilediğini yüceltir dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kâdirsin.” 
 
Al-i imran 26
[5/3 22:14] Ömer Tarık Yılmaz: Günün Hadisi
 
“Zavallı kişi, nefsinin arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ  Allah’tan iyilik temenni edendir.” 
 
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25
[5/3 22:14] Ömer Tarık Yılmaz: DAMAR SERTLİĞİNE KARŞI SIZMA ZEYTİNYAĞI
 
Zeytinyağının kandaki kolesterolü kontrol altında tuttuğu ve özellikle HDL adı verilen iyi kolesterol düzeyini artırmasından dolayı kalp ve damar sağlığını koruduğu, bütün bilim çevrelerince ispatlanmıştır. Bununla birlikte sızma zeytinyağı, kanın damar içinde pıhtılaşmasını önleyerek akıcılığını artırmaktadır.
Şu da not edilmelidir ki, günde birkaç kaşık sızma zeytinyağı arterleri (ana kan damarlarını) temizler.
Ayrıca bol miktarda zeytinyağlı sebzelerle beslenen insanlarda, eklemlerde görülen kronik romatizmal artrit (atar damar enfeksiyonu) geçirme riskleri asgariye iner.
Bununla beraber zeytinyağı, aynı zamanda tansiyon düşürücüdür. Zeytinyağının yüksek tansiyonu düşürerek tansiyon dengesine yardımcı olduğu ortaya çıkarılmıştır. Özellikle zeytin ağacının yaprağı ile de tansiyon düşürücü ilaçlar yapılmaktadır.
 
 
 
        
 
        
 
Kuveyt Türk Dijital Takvim
 
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[5/3 22:14] Ömer Tarık Yılmaz: Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.
[Nisa Sûresi.82]
[5/3 22:14] Ömer Tarık Yılmaz: TEVHİD İNANCI
Hak dinin temelini oluşturan tevhid inancı; Allah'ın varlı- ğını, birliğini, eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek, O'na inanmak, ulûhiyetini tasdik etmek, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir varlığı O'na ortak koşmamaktır.
Yüce Allah’ın, “Şüphesiz, benden başka hiç bir ilah yoktur. Öy- leyse bana ibadet edin...” (Enbiyâ, 21/25) emrinin gereğini ye- rine getirmektir.
Tevhîd inancı; başta namaz, oruç, zekat ve hac olmak üzere hayatın bütününe yönelik ibadetlerle pratiğe aktarılır. Böy- lece inancını ibadet ve kullukla salih amele ve güzel ahlaka dönüştüren mümin; şehvetin, şöhretin ve servetin esiri ol- maktan kurtularak, yalnızca Allah’a kul olmanın huzur ve mutluluğuna erişir.
 
TALÂK SÛRESİ
Kur’an-ı Kerim’in 65. sûresidir. 12 ayettir. Medine’de nâzil kılınmış- tır.
Adını bazı hükümlerine yer veri- len boşamak anlamındaki “talak” kelimesinden almıştır.
Sûrenin ilk ayetlerinde boşama konusunun bazı detaylarına temas edilmekte, diğer ayetlerinde de ta- rihte azgın toplulukların dünyada ve ahiretteki azaplarına işaret edilmekte, iman edip salih amel işleyenlerin ise nail olacakları mü- kafatlara değinilmektedir.
Son ayette ise Allah’ın sonsuz kudret ve ilminden söz edilmek- tedir.
 
ÖZLÜ SÖZ
Allah’ın katında değer ve kıymetini öğrenmek istiyorsan, hangi işte seni ikâme et- tiğine, seni hangi halde tuttuğuna bak!
(Ataullah İskenderî)
[5/3 22:15] Ömer Tarık Yılmaz: Seven, bütün mahlukatın hayrını isteyen, onlara ihsan eden.
 
Al-Wadud : The Loving One who loves good servants, and bestows its compassion upon them.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
'Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, çok sever' (Hud, 90)
'O, çok bağışlayan ve çok sevendir.' (Buruc, 14)
Kur'an-ı Kerimde Yüce Allah kendini iki yerde Vedûd olarak tanıtır. Vedûd kelimesi iki anlama gelmektedir. Nimetleri gereği kullarını sevendir. Çünkü O, kendisine tevbe eden ve yönelen kimseyi sever. Yine O, sevilendir .
 
Kul Allah'ın gayretiyle Rabbi'ni sevince, Allah'ta onu bir başkasının sevgisiyle mükafatlandırır. İşte bu, gerçekte tam bir ihsandır. Çünkü sebep de O'dur, müsebbeb de  O'dur. Bundan maksat karşılıklı sevgi değildir. Bu ancak kullarından şükredenleri ve şükürleri sebebiyle Allah'ın onları sevmesidir. Bunların hepsi kulun maslahatı ve iyiliği içindir. Sevgiyi yaratan ve onu müminlerin kalbine yerleştiren yüce Allah çok mübarektir. Daha sonra O, bu sevgiyi dostlarının kallbinde öyle bir noktaya ulaştırır ki, artık bu noktada diğer bütün sevgiler çok küçük  ve değersiz bir hale gelir ve onların bağından kurtulurlar, bela ve musibetler onlara hafif gelir, ibadet ve taatlerin zorlukları onlara zevk verir ve sonunda sevgilerin en yücesi olan Allah sevgisini, Allah rızasını elde etme ve Allah'a yakın olma gibi çeşitli kerametlerden dilediğini elde eder. (3)
 
Allah insanları Kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır. Fakat buna rağmen kimisi Allah'ı inkar eder, kimisi de ölene kadar içten bir samimiyetle O'na sadık kalır. Allah, Kendisine vefa gösteren kullarına çok yakındır, dua ettikleri zaman onları işitir ve icabet eder, bir zorlukla karşılaştıklarında daima onların yanındadır. Allah iman edenleri hayatlarının her döneminde yardımıyla destekler. Bir insanın dünya hayatında kazanabileceği en büyük nimetlerden biri olan Allah'ın dostluğudur. Allah'ın sevdiği kulları son derece şerefli ve seçkin bir yaşantı sürdürürler. Böyle insanlar her zaman hayranlık ve takdir kazanabilecek üstün bir ahlaka sahip olurlar. Allah sevgili kullarını Kendi rahmeti içine sokar, onların cennete girmelerine izin verir. Peygamberler ve salih müminler Allah'ın sevgisini kazanmış çok değerli insanlardır. Onlar da Allah'ı çok severler ve yalnızca O'nun hoşnutluğunu kazanmak için yaşamlarının sürdürürler. Şüphesiz Allah'ın bir insanı sevmesi ve onu dost edinmesi insana verilebilecek en büyük nimetlerden biridir. (4)
 
Allah'ın Vedûd ismini bilen her müslüman, insanlarla sevgi  ve muhabete dayalı ilişkiler kurmalı, itaat ve ibadetlerle Allah'ın sevgisini kazanmaya çalışmalıdır.
 
Tenbih : Kullardan bu isme ve vasfa layık olan o kişidir ki, Allah'ın mahlukatına karşı daima iyilik murad eder. Kendisi için arzuladığını onlar için de arzular. Hatta onların menfaatlerini kendi menfaatlerine tercih eder. (5)
 
Bu ulvi duygu ancak, zor anlarda, insanların kin ve öfkeleri ile karşılaşıldığı hallerde ortaya çıkar. Onların kötülükleri, onlara karşı iyilik istenmesine mani olmaz.
İki kişi arasında bir ihtilaf meydana gelirse bir yemek üzerine 'Yâ Vedûd' ismini 1000 kere okuyup sonra o yemeği o muhalefet eden kimseye verirse ve yedirirse aradaki anlaşmazlık ortadan kalkar. (2)
 
Bu ismin 20 defa okunması insanların kalblerinin ona muhabet beslemesine, her yerde hurmet ve kabul görmesine, aradaki buğz ve düşmanlığın kalkmasına, birbirlerini sevmelerine ve dost olmalarına neden olur. (Allahulalem)
 
Kaynaklar
1) Calligraphy, The Most Beautiful Names, Tosun Bayrak, Threshold Books, 1985
2) Miftahü'l Kulûb, Kalplerin Anahtarı, (Fethiye Evradı)  Mehmed Nuri Şemseddin Nakşıbendî, Bedir Yayınevi, 2001
3) Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004
4) Allah'ın İsimleri, Harun Yahya, Vural Yayınları, 2000 
5) Esma'ül Hüsna Şerhi İmam-ı Gazali, Mütercim M.Ferşat, Ferşat
[5/3 22:15] Ömer Tarık Yılmaz: a) Peygamber Kavramı ve Peygamberlere İman
Peygamber, Farsça'da 'haber taşıyan ve elçi' anlamlarına gelir. Dinî terim olarak, 'Allah'ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçi'ye peygamber denir. Arapça'da, peygamber kelimesinin karşılığı olarak, gönderilmiş ve elçi demek olan resul ve mürsel kelimesi kullanılır. Terim olarak resul ve mürsel, yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla insanlara gönderilen peygambere denilir. Çoğulları 'rüsul' ve 'mürselûn'dür. Nebî de Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara haber veren, fakat yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gönderilmeyip, önceki bir peygamberin kitap ve şeriatını ümmetine bildirmeye görevli olan peygamberdir. Çoğulu 'enbiyâ'dır. Risâlet ve nübüvvet kelimeleri masdar olup, peygamberlik anlamına gelmektedir.
Peygamberlere iman, imanın altı esasından biridir. Peygamberlere iman demek, insanlara doğru yolu göstermek için, Allah tarafından seçkin kimselerin gönderildiğine, bu kimselerin Allah'tan getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. Yüce Allah her müslümana, aralarında herhangi bir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanmayı farz kılmıştır: 'Peygamber de kendisine Rabbi tarafından indirilene iman etti, müminler de. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız...' (el-Bakara 2/285). Bu sebeple peygamberlerin bir kısmına inanıp, diğerlerini tasdik etmemek küfür sayılmıştır: 'Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip bir kısmına iman ederiz, ama bir kısmına inanmayız diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu? İşte gerçekten kâfirler bunlardır...' (en-Nisâ 4/150-151).
Kur'an'da da belirtildiği gibi yüce Allah, asırlar boyunca peygamberler göndermiş, insanları onlar aracılığıyla gerçeği benimseyip yaşamaya çağırmıştır. Kendilerine peygamber gelmemiş hiçbir topluluk ve ümmet bulunmadığı Kur'an'da şöyle dile getirilmektedir: '(Geçmiş) her ümmet içinde mutlaka bir uyarıcı peygamber bulunagelmiştir' (el-Fâtır 35/24), 'Allah'a andolsun ki biz senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermişizdir...' (en-Nahl 16/63; ayrıca bk. Yûnus 10/47).
Peygamberlik, Allah vergisidir. Çalışma, ibadet ve taatla elde edilemez. Allah, peygamberlik yükünü taşıyabilecekleri ve lâyık olanları bilir ve dilediğini peygamber olarak seçer: 'Bu, Allah'ın lutfudur. Onu dilediğine verir...' (el-Cum`a 62/4). Bu seçimde mal, mülk, şan, şöhret ve makam etkili değildir.
Her konuda olduğu gibi peygamberlik konusunda da orta yolu gözeten İslâm, onları ilâh mertebesine çıkartmamış, Allah'ın elçisi ve kulu saymıştır. Biz peygamberlerin vahiyle şereflendirilmiş ve diğer insanlarda bulunmayan niteliklere sahip, seçkin kişiler olduklarını kabul ederiz. Fakat onların hiçbirisinde Tanrılık özelliği olmadığına, Allah'ın müsaadesi dışında fayda sağlama ve zararı giderme güçlerinin bulunmadığına, Allah'ın bildirdikleri dışında gaybı bilmediklerine inanırız (bk. el-Mâide 5/72-73, 75; el-A`râf 7/188; et-Tevbe 9/30).
Peygamberler sadece dini tebliğle yetinmemişler, dinî esasları açıklamışlar, sonra ümmetlerine öğretmişler, onları eğitip kötülüklerden arındırmışlardır. Bu işleri yaparken davalarından tâviz vermemişler, bu uğurda pek çok eza ve sıkıntıya göğüs germişlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de de bildirildiği gibi, peygamberlik Hz. Muhammed ile son bulmuştur: 'Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur...' (el-Ahzâb 33/40). Artık ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Onun getirdiği mesaj da kıyamete kadar sürecektir. Hz. Muhammed'den sonra yeni bir peygamber geleceği, onun da yeni bir kitap getireceği konu
[5/3 22:16] Ömer Tarık Yılmaz: Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah'in adiyla (FATİHA/1)
 
Ey Israilogullari! Size verdigim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kildigimi hatirlayin (BAKARA/47)
 
Ey Israilogullari! Size verdigim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kilmis oldugumu hatirlayin (BAKARA/122)
 
Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demis, o da: Alemlerin Rabbine boyun egdim, demisti (BAKARA/131)
 
Sonunda Allah'in izniyle onlari yendiler Davud da Câlût'u öldürdü Allah ona (Davud'a) hükümdarlik ve hikmet verdi, diledigi ilimlerden ona ögretti Eger Allah'in insanlardan bir kisminin kötülügünü digerleriyle savmasi olmasaydi elbette yeryüzü altüst olurdu Lâkin Allah bütün insanliga karsi lütuf ve kerem sahibidir (BAKARA/251)
 
Allah Âdem'i, Nuh'u, Ibrahim ailesi ile Imrân ailesini seçip âlemlere üstün kildi (AL-İ İMRAN/33)
 
Hani melekler demislerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yaratti ve seni bütün dünya kadinlarina tercih etti (AL-İ İMRAN/42)
 
Orada apaçik nisâneler, (ayrica) Ibrahim'in makami vardir Oraya giren emniyette olur Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'in insanlar üzerinde bir hakkidir Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstagnîdir (AL-İ İMRAN/97)
 
Iste bunlar, Allah'in, sana hak olarak okudugumuz âyetleridir Allah hiçbir kimseye haksizlik etmek istemez (AL-İ İMRAN/108)
 
Bir zamanlar Musa, kavmine söyle demisti: Ey kavmim! Allah'in size (lütfettigi) nimetini hatirlayin; zira O, içinizden peygamberler çikardi ve sizi hükümdarlar kildi Alemlerde hiçbir kimseye vermedigini size verdi (MAİDE/20)
 
'Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak degilim Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarim' (MAİDE/28)
 
Allah da söyle buyurdu: Ben onu size süphesiz indirecegim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, kâinatta hiç bir kimseye etmedigim azabi ona edecegim! (MAİDE/115)
 
Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur (Allah'in verdigi nimete sükredecekleri yerde nankörlük ettiler, böylece kendilerine zulmettiler Yüce Allah da yeryüzünü onlarin zulüm ve küfürlerinden temizlemek için onlari helâk etti)  (EN'AM/45)
 
De ki: Allah'i birakip da bize fayda veya zarar veremeyecek olan seylere mi tapalim? Allah bizi dogru yola ilettikten sonra seytanlarin saptirip saskin olarak çöle düsürmek istedikleri, arkadaslarinin ise: 'Bize gel! ' diye dogru yola çagirdiklari saskin kimse gibi gerisin geri (inkârciliga) mi döndürülecegiz? De ki: Allah'in hidayeti dogru yolun ta kendisidir Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamiz emredilmistir  (EN'AM/71)
 
Ismail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da (hidayete erdirdik) Hepsini âlemlere üstün kildik  (EN'AM/86)
 
Iste o peygamberler Allah'in hidayet ettigi kimselerdir Sen de onlarin yoluna uy De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karsilik sizden bir ücret istemiyorum Bu (Kur'an) âlemler için ancak bir ögüttür  (EN'AM/90)
 
De ki: Süphesiz benim namazim, kurbanim, hayatim ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir  (EN'AM/162)
 
Süphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri alti günde yaratan, sonra Ars'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; günesi, ayi ve yildizlari emrine boyun egmis durumda yaratan Allah'tir Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!  (A'RAF/54)
 
Dedi ki: 'Ey kavmim! Bende herhangi bir sapiklik yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafindan gönderilmis bir elçiyim  (A'RAF/61)
 
'Ey kavmim! dedi, ben beyinsiz degilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdigi bir elçiyim  (A'RAF/67)
 
Lût'u da (peygamber gönderdik) Kavmine dedi ki: 'Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadigi fuhusu mu yapiyorsunuz?  (A'RAF/80)
 
Musa dedi ki : 'Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafindan gönderilmis bir peygamberim  (A'RAF/104)
 
'Âlemlerin Rabbine iman ettik' dediler  (A'RAF/121)
 
Musa dedi ki: Allah sizi âlemlere üstün kilmisken ben size Allah'tan baska
[5/3 22:16] Ömer Tarık Yılmaz: RESULULLAH'IN HEDİYELERİ
 
5744 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
 
'Hediyeleşin, zira hediye, kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu kadından gelen (hediyeyi) hakir görmesin, bir koyun paçası olsa bile.'
 
Tirmizî, Vela ve'l-Hibe 6, (2131).
 
5745 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hediyeyi kabul eder, ona karşılıkta bulunurdu.'
 
Buhari, Hibe 11; Ebu Dâvud, Buyû' 87, (3536); Tirmizî, Birr 34, (1954).
 
5746 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
 
'Bana bir koyunun inciğe kadar ayağı hediye edilse kabul ederim, böyle bir yemeği yemeye çağırılsam icabet ederim.
 
Tirmizi, Ahkâm 10, (1338).
 
5747 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: 'Kisra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bazı şeyler hediye etti, Aleyhissalâtu vesselâm ondan bu hediyeleri kabul etti. Diğer krallar da ona hediyede bulundular, o da onlardan bunu kabul etti.'
 
Tirmizî, Siyer 23, (1576).
 
5748 - İyâz İbnu Himâr radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir hediyede bulunmuştum. Bana: 'Müslüman mı oldun?' diye sordu.
 
'Hayır! dedim.
 
'Ben müşriklerin hediyesini almaktan menolundum!' buyurdular (ve hediyemi almadılar).'
 
Ebu Dâvud, Harâc 35, (3057); Tirmizî, Siyer 24, (1577).
 
5749 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Bir bedevî Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a genç bir deve hediye etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ona mukabil altı genç deve verdi. Bedevî, memnun kalmadı. Bu hal, Aleyhissalâtu vesselâm'a ulaştı. Allah'a hamd ü senadan sonra:
 
'Falan kimse bana bir deve hediye etti. Ben ona mukabil altı deve verdim. Buna rağmen memnun olmamış. (Allah'a) yemin olsun, (Şu günden sonra muhacirler), Kureyşliler, Ensârîler, Sakîtliler veya Devsliler dışında kimseden hediye almamaya azmettim' buyurdular.'
 
Tirmizî, Menâkıb, (3940, 3941); Ebu Dâvud, Buyü' 82, (3537); Nesâi, Umrâ 5, (6, 280).
 
5750 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
 
'Kim bir kimse için şefaatçi olur, o da bu şefaatine karşı bir hediyede bulunursa hediyeyi kabul ettiği taktirde, riba kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur.'
 
Ebu Dâvud, Büyü' 84, (3541).
 
5751 - Ubade İbnu's-Sâmit radıyallahu aanh anlatıyor: 'Ben ehl-i Suffa'dan birkısım insanlara yazı ve Kur'ân'ı öğretmiştim. Onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de: '(Bu yay) benim için (büyük) bir mal değil, onunla Allah yolunda atış yaparım, gidip Resûlullah Aleyhissalâtu vesselâm'a soracağım' dedim. Gidip sordum:
 
'Ey Allah 'ın Resûlü! dedim. Kendilerine yazı ve Kur'ân öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allah yolunda atış yaparım!' dedim. Aleyhissalâtu vesselâm bana:
 
'Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et!' diye cevap verdi.'
 
Ebu Dâvud, Büyü' 37, (3417).
[5/3 22:17] Ömer Tarık Yılmaz: Abdullah İbnu Muâviye el-Gâzirî (radıyallahu anh) anlatıyor: 'Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: 'Üç şey vardır. Kim onları yaparsa imanın tadını alır: Sadece Allah'a kulluk eden, Allah'tan başka ilâh olmadığını bilen, her yıl gönül hoşluğuyla zekâtını veren! Zekâtını da yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz, küçük hayvanlardan vermez, aksine mallarının orta hâllilerinden verir. Zira Cenab-ı Hakk ne en iyisinden vermenizi emretmiştir, ne de en adisinden olana râzı olmuştur.' 
Ebu Dâvud, Zekât 4, (1582).
[5/3 22:17] Ömer Tarık Yılmaz: Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap vardır.
[Bakara Sûresi.104]
[5/3 22:17] Ömer Tarık Yılmaz: “Rabbim! onlar (anne ve babam) nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhat göster.” (İsrâ, 17/24)
[5/3 22:17] Ömer Tarık Yılmaz: Aklı olan korkmak gerek / Nefs elinden, hırs elinden. / Nefstir seni yolda koyan, / Yolda kalır nefse uyan.[Yunus Emre]
[5/3 22:18] Ömer Tarık Yılmaz: Hz.ÜSAME B. ZEYD
 
Üsame b. Zeyd b. Hârise b. Şurâhîl ashabın ileri gelenlerinden biri olup, Rasûlüllah (s.a.s)'in azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'nin oğludur. Künyesi, Ebû Muhammed'dir. Değişik rivayetlere göre; Ebû Zeyd, Ebû Yezîd ya da Ebû Hârice olarak da çağırılmaktaydı (İbn Abdi'l-Beri, el-İstiâb fı Marifeti'l Ashâb, Kâhire; I, 75 t.y, İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe f-Marifeti's-Sahabe I, 79)
 
Üsame'nin annesi Ümmü Eymen (ki, asıl adı Bereke'dir) Râsulûllah (s.a.s)'in babası Abdullah'ın cariyesi ve aynı zamanda Peygamberimizin dadısı idi. Abdullah vefat edince, Rasûlüllah onu azad etti. Zeyd b. Hârise b. Şurâhîl de Hz. Hatice'nin kölesiydi. Hz. Hatice Peygamberimizle evlenince, Zeyd'i kendisine hediye etti. Rasûlüllah (s.a.s) de onu azad edip Ümmû Eymen'le evlendirdi. Üsame, işte bu evlilik sonucu dünyaya geldi (İbn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1957, VIII, 223; İbn Abdi I-Berr, a.g.e., I, 75; İbnü'l Esîr, a.g.e., I, 79).
 
Üsame ile Eymen, aynı anadan kardeştirler, fakat babaları ayrıdır. Üsame, İslâm döneminde, muhtemelen Rasulüllah (s.a.s)'in risâletinin dördüncü yılında Mekke'de doğdu. El-İsâbe'de kaydedildiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.v), vefat ettiği zaman Üsame 18-20 yaşlarında bulunuyordu (el-İsâbe, Beyrut, t.y., I, 29).
 
Rasûlûllah (s.a.s), Üsame ve babasını çok severdi. Bu nedenle kendisine; 'Rasulüllah'ın sevdiği' anlamına gelen 'Hibbu Rasûlüllah' ya da 'el-Hibbu İbnü'l-Hubbi' denirdi. Peygamber (s.a.s)'in, Üsame'yi sevdiğine dair şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: 'Şüphesiz Üsame b. Zeyd bana, insanların en sevimlisidir. Sizin iyilerinizden olmasını umuyorum. Onun hakkında iyilik tavsiyesinde bulununuz' (İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 79; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 76).
 
Hz. Âişe'den rivayet edilen şu hadise de Rasûlüllah (s.a.s)'in daha çocuk iken dahi onu ne kadar sevdiğini gösteriyor. Hz. Âişe (r.an) diyor ki; 'Bir gün Üsame'nin ayağı kapının eşiğine takılarak yere düştü ve yüzü yaralandı. Allah'ın Rasûlü bana; 'Yüzündeki pisliği temizle' dedi. Ben onu kirli görerek denileni yapmadım. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s); yüzündekileri emerek tükürmeye başladı' (İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 80).
 
Yine, Urve İbnü'z-Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz, Üsame'nin gelmesini bekleyerek Arafat'tan inmeyi tehir etti. Üsame çıkıp geldiğinde, onun siyah, basık burunlu bir çocuk olduğunu gören Yemenler, onu küçümseyerek; 'Biz bunun yüzünden mi hapsedildik?' dediler. Râvî, Yemenlilerin, Hz. Ebû Bekir zamanında bu yûzden irtidat edip İslâm'dan çıktıklarını söyler (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 76).
 
Üsame de bir çok sahâbî gibi, küçük yaştan itibaren savaşlara katılmayı arzulamıştır. Nitekim Uhud günü onbeş yaşından küçük olmasına rağmen kendi yaşıtları olan, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Berâ b. Âzib, Arcır b. Hazm ve Üseyd b. Zühayr'le beraber savaşa iştirak etmek istemiş, fakat, Rasûlûllah (s.a.s) yaşları küçük olduğu için bu isteklerini kabul etmemiş ve savaş başlamadan onları Medine'ye geri göndermiştir. Hendek günü ise savaşmalarına izin verdi (İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, Mısır 1955, II, 66).
 
Üsame, Uhud savaşından sonraki tüm savaşlara katıldığı gibi, bir çok seriyyede de önemli görevler üstlenmiştir. Huneyn gazvesinde; Müslümanlar darmadağın olup sağa sola kaçışırlarken, Rasûlüllah (s.a.s)'in çevresinde sayılı birkaç sahâbî kalmıştır ki, bunlardan biri de Üsame b. Zeyd'dir (İbn Sa'd, a.g.e., II, 151; İbn Hişam, a.g.e., II, 443; İbnü'l-Esîr, el- Kâmil fı't-Târîh, Beyrut 1965, II, 263).
 
Üsame'nin kendisinden rivayet edildiğine göre; katıldığı seriyyelerin birinde, düşman safında Müslümanlara karşı savaşan birine karşı kılıç çekince, o şahıs; 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah' diyerek şehâdet getirdi. Fakat Üsame yine de onu öldürdü. Dönüşte, durumu Rasûlüllah
[5/3 22:18] Ömer Tarık Yılmaz: Küçüğüyle, Büyüğüyle İnsana Sevgi
 
     Bir mahalleden geçiyordu. Yolu üzerinde çocuklar kaydırak oynuyorlardı. Mevlâna'yı gören çocuklar, oyunlarını bırakarak, koştular, elini öptüler. Mevlâna da onların elini öptü, sevdi, okşadı, gönüllerini aldı. Yalnız bir çocuk vardı ki, oyununu bitirememişti. Uzaktan Mevlâna'yı seslendi:
    — Mevlâna, ben de geliyorum,bekle beni.
    Mevlâna bekledi. Taa çocuk oyununu bitirinceye dek. Nihayet o da geldi. Büyük insanla küçük insan karşılıklı el öptüler.
    Mevlâna, insanı, küçüğüyle büyüğüyle sever, saygı gösterir, insana lâyık olduğu değeri verirdi. Bir gün hamama girmişti. Fakat girdiği ile çıktığı bir oldu. Sebebini sordular. Cevap verdi:
    'Soyunup hamama girmiştim. Tellâk bana yer açmak için bir şahsı havuzun başından uzaklaştırdı. Ona karşı utancımdan o kadar terledim ki, dayanamayıp dışarı çıktım.'
    Yine bir gün hamamda zayıf vücudunu görmüş, yakınlarına dert yanmıştı:
    — Bugün vücudumdan da çok utandım. Yıllarca ona en büyük eziyetleri yaptım. Onun istediği şeyleri veremedim, istediği şekilde rahat ettiremedim. O yükümü çok taşıdı, ben ise ona bir şey yapamıyorum..
    O, renkleri ve dilleri, hattâ inanışları ayrı olan insanları bir tutuyor, 'Değil mi insandır, mayaları birdir' diyerek, kötülüklerin âraz, yâni değişen görünüşler olduğunu söylüyordu:
    — İnsanlar yaradılıştan iyidirler, kötülükler değişmez unsur değil, arazdır. Bunlar, iyinin delil ve rehberidir.
    Yine diyordu ki:
    — Bir insanın, başkalarında kusur görmesi, ayıplaması, gerçekte kendi kusurunu görmesi demektir. İnsanın önce kendisindeki kin, kıskançlık, hırs, zalimlik gibi kötü huyları görmesi, onlardan arınması lâzımdır. Ondan sonra başkalarını kınamalıdır.
    Mevlâna, insanlara karşı duyduğu sevgiyi, bütün canlı varlıklara. hayvanlara karşı da duymuştur. Bir yıkıkta yavrulayan, fakat yavrularından ayrılmadığı için aç kalan bir köpeğe günlerce ekmek taşımış, Emîr Pervanenin evinden gümüş kaplarla gelen yemekleri, köpeklerin önüne dökmüş:
    — İstek ve meyil bakımından onlar sizden daha muhtaç., diyerek, yemeklere kimsenin elini dokundurmamıştı.
    Mevlâna en verimli çağında dahi evini, çocuklarını ihmal etmiyordu. Büyük oğlu Sultan Veled, Mevlânâ'nın olgun müridlerinden Beğtimuroğlu Şeyh Kerimüddin'in nezaretinde yetişiyor ve ikinci bir Mevlâna oluyordu. Mevlâna, Onun çok seviyor:
    — Bana. yaratılış ve huy bakımından en fazla benzeyen şensin. Benim dünyaya gelişim, şenin dünyaya gelmen içindi. Çünkü benim bütün söylediğim sözler, benim sözümdür. Halbuki sen benim 'hâl'imsin.. diyordu.
[5/3 22:19] Ömer Tarık Yılmaz: Âlem-i Emr
 
Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir. Âlem-i emrde sırayla; kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ denilen beş latîfe (makam, mertebe) vardır. (Ahmed Fârûk-i Serhendî) Âlem-i halkın ötesi, âlem-i emrdir. (İmâm-ı Rabbânî) Âlem-i emr bâzı bakımlardan âlem-i halktan üstün ise de, küllî fazîlet yâni her bakımdan üstünlük âlem-i halktadır. (İmâm-ı Rabbânî)
[5/3 22:19] Ömer Tarık Yılmaz: Kanguru eti helal midir?
 
Hakkında ayet ve hadislerde hükmü bulunmayan hayvanlar İslam alimlerince, pis ve iğrenç olup olmadıklarına, leş ve pislik yiyip yememelerine göre ele alınmış (İbn Nüceym, el-Bahru’r-raik, VIII, 195; Maverdi, el-Havi, XV, 137) ve buradan hareketle, yaratılışında vahşet ve bayağılık olmayan, iğrenç görülmeyen, pislik ve leş yemeyen hayvanların etlerinin dini ölçüler içinde helal olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Karafi, Zahira, IV). Buna göre otla beslenen ve temiz şeyler yiyen, ceylan, geyik, antilop gibi av hayvanları sınıfına giren kanguru etinin yenmesi helaldir.
[5/3 22:19] Ömer Tarık Yılmaz: KADIN VE CAMİ
 
İL      : İSTANBUL
TARİH : 15.02.2013
 
Değerli Müminler! 
 
Camiler, toplumun her kesiminden insanı bir araya getiren ve Allah’a kulluk bilinciyle kaynaştıran mekânlardır. Peygamber Efendimiz  (s.av.)’in Medine’yi teşriflerinden hemen sonra ilk olarak, cami inşa etmesi ve onun bir bölümünü eğitim-öğretim faaliyetlerine ayırması, İslâm toplumunda caminin merkezi bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. 
“Ben muallim olarak gönderildim” buyuran Peygamberimiz, kadınların eğitimine önem vermiş ve camiye gitmelerini teşvik etmiştir. Allah Resulü’nün (s.a.v) tavsiyelerine uyan hanım sahabeler de camilerin manevi ve ilmi atmosferinden, cemaatle eda edilen namazların feyiz ve bereketinden azami ölçüde istifade etmişlerdir. Hz. Peygamber’in cuma ve bayram hutbelerini, Mescid-i Nebevi’de yaptığı sohbetleri, Kur’an ayetleriyle ilgili açıklamalarını dinliyor, hatta merak ettikleri pek çok konuyu sormaktan çekinmiyorlardı. Kadın sahabelerden Ümmü Hişâm (r.anha) diyor ki: “Ben, Kâf suresini cuma namazlarında Hz. Peygamberin dilinden öğrendim. Çünkü o, her cuma günü Kâf suresini okurdu.”
Muhterem Müminler! 
Asr-ı saadette cami, ibadet yeri olmasının yanında eğitim-öğretimin de merkeziydi. Genç-yaşlı, kadın-erkek ayrımı gözetilmeksizin bütün Müslümanlar camideki eğitim ve öğretimden yararlanmaktaydılar. Resul-i Ekrem ashabına birçok konuda olduğu gibi cami adabıyla ilgili de öğütlerde bulunur, kadın ve erkeklerin dikkat etmeleri gereken hususlara işaret ederdi. 
 
Bu sebeple Efendimiz kadınların mescide gelmek istemeleri hususunda kendilerine izin vermelerini ve bu konuda müsamaha göstermelerini sahabe-i güzine emir buyurmuşlardır. 
Kadınlar, Mescid-i Nebevi’de hem beş vakit hem de cuma ve bayram namazlarını cemaatle kılarlardı. Hatta hanım sahabilerin mazeretli günlerinde bile bayram namazlarında cemaatin gerisinde durduklarını, tekbirlere ve dualara katılarak bayram sabahının bereketli havasını ve heyecanını solukladıklarını, neşe ve coşkusunu diğer müminlerle birlikte yaşadıklarını, bize ulaşan kaynaklardan öğrenmekteyiz. Kadınların camiye gelmeleri sadece faziletinden dolayı Mescid-i Nebevi ile sınırlı değildi. Onlar Medine'deki diğer mahalle mescitlerine de devam ediyorlardı.
Merhamet Peygamberi Efendimiz, (s.av) camiye gelen kadınların durumlarını dikkate alır, onların sıkıntı çekmemelerine özen gösterirdi. Sözgelimi efendimiz namaz sırasında bir çocuğun ağladığını duyduğunda, annesini düşünerek namazı kısa tutardı.
Değerli Müminler! 
Kadınların camilerin manevi atmosferinden ve cemaatin bereketinden istifade etmeleri, yapılan vaaz ve derslerden yararlanmaları,  huzur içerisinde ibadetlerini yerine getirmeleri için, camilerimizde kadınlara yer ayrılması ve aktif olarak uygulanmasında yarar vardır. Ülkemizde son yıllarda yapılan çalışmalarda kadın cemaatimizin daha rahat ibadet edecekleri ortamlar oluşturulmaya çalışıldığını, memnuniyetle müşahede etmekteyiz. Hutbemi yukarıda metnini okuduğumuz ayet-i kerimenin meali ile bitiriyorum: “Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz” Camilere gelen hanımlara Efendimizin gösterdiği şefkat ve hoşgörüyü gösterelim.
 
İstanbul Müftülüğü Hutbe Komisyonu
 
 İbni Mace, Mukaddime, 17
 Nesai, Kıraat fi’l-Hutbe, 28
 Darimi, Salat 57; Müslüm, Salat, 134-137
 Nahl Suresi, 16/97
[5/3 22:20] Ömer Tarık Yılmaz: Tavaf Namazından Sonra
 
“Rabbimiz! Tavafımızı ve namazımızı bizden kabul eyle. Şüphesiz ki sen her şeyi işiten ve bilensin.
 
Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlamlaştır. İnkârcı topluma karşı bize yardım et.
 
Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma! Bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar.
 
Ey Rabbimiz! Bize bol sabır ver ve bizim canı- mızı müslüman olarak al.
 
Rabbimiz! Bizi inkârcıların elinde fitneye dü- şürme! Rabbimiz! Bizi bağışla. Şüphesiz sen mutlak güç ve hikmet sahibisin.
 
Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatır. Tövbe edenleri ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru. Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin. Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun.
 
Allahım! Ben senin kulunum. Birçok günahlarla ve kötülüklerle huzuruna geldim. Burası ise cehennem ateşinden sana sığınma makamıdır. Beni bağışla. Çünkü sen çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.
[5/3 22:20] Ömer Tarık Yılmaz: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا كَانَتْ لَيْلَةُ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ فَقُومُوا لَيْلَهَا وَصُومُوا نَهَارَهَا. (هـ)
 
Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Şâbân(-ı şerîf) ayının on beşinci (yani Berât) gecesi olduğu zaman, gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun.” (Sünen-i İbn-i Mâce)
 
05 Mart 2023
Fazilet Takvimi
[5/3 22:20] Ömer Tarık Yılmaz: BERÂT GECESİ’NDE İBADET
 
Şâbân-ı şerîfin on beşinci gecesi, Berât Gecesi’dir. Bu gecede hiç olmazsa bir Tesbih Namazı kılınır.
 
Berât Gecesi’nde kılınması tavsiye edilen “Hayır Namazı” vardır. 100 rekâtlik bu namazı kılan kimse, o sene ölürse şehitlik mertebesine nâil olur.
 
Namaza şöyle niyet edilir: “Yâ Rabbi! Niyet ettim senin rızâ-yı şerîfin için namaza. Beni afv-ı İlâhî’ne, feyz-i İlâhî’ne mazhar eyle. Kasvet-i kalpten, dünya ve âhiret sıkıntılarından halâs eyleyip saîdler defterine kaydeyle.” Allâhü Ekber.
 
Her rekâtte Fâtiha-i şerîfeden sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur, iki rekâtte bir selâm verilerek 100 rekâte tamamlanır.
 
Namazdan sonra, (Allâhü Teâlâ’nın “Hû” ism-i şerîfinin ebced hesabına göre değeri 11 ve Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) isimlerinden “Tâhâ”nın ebced hesabıyla değeri de 14 olduğu için) aşağıdaki 11 şey 14’er adet okunur;
 
İstiğfâr-ı şerîf: 14 kere,
 
Salevât-ı şerîfe: 14 kere,
 
Fâtiha-i şerîfe (besmeleyle): 14 kere,
 
Âyetü’l-Kürsî (besmeleyle): 14 kere,
 
Tevbe Sûresi’nin son 2 âyet-i kerîmesi olan “Lekad câeküm...” (besmeleyle): 14 kere,
 
14 kere “Yâsîn, Yâsîn...” dedikten sonra 1 Yâsîn-i şerîf. (Yâsîn-i şerîfte 7 zâhirî, 7 bâtınî “mübîn” vardır, böylece o da 14 olur.)
 
İhlâs-ı şerîf (besmeleyle): 14 kere,
 
Felak Sûresi (besmeleyle): 14 kere,
 
Nâs Sûresi (besmeleyle): 14 kere,
 
“Sübhânellâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm”: 14 kere,
 
Salevât-ı şerîfe (Salât-ı Münciye okumak daha faziletlidir): 14 kere okunur ve dua edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
 
İSİMLERİMİZ: Erkek: Behlül, Kız: Betül
 
 
 
05 Mart 2023
Fazilet Takvimi
[5/3 22:20] Ömer Tarık Yılmaz: 'İsabet edip doğru konuştuğunda sana bir ecir ve sevap getirmeyen, hata ettiğinde de seni günaha götüren bir sözü söylemekten sakın. Bu söz, müslüman kardeşine kötü zanda bulunmandır.' Bekir b. Abdullah el-Müzenî [rahmetullahi aleyh]
 
Semerkand Takvimi
[5/3 22:20] Ömer Tarık Yılmaz: İnanç Esasları - İnsan doğuştan Allah Teâlâ’yı bilme kabiliyetine sahiptir.
 
1. Doğan her insanın fıtratı İslâm’a uygundur. Ancak anne baba ve içinde bulunduğu toplum hangi inanç ve ahlâkla yaşarsa, çocuk da bunları öğrenir ve benimser.
 
2. İnsan aklı büyüdükçe olgunlaşır. Sorgulamaya başlar. İşte bu dönemde insan, doğduğu hale yani fıtratına yaklaşır.
 
3. İbrahim aleyhisselâmın içinde bulunduğu toplum putperest bir toplumdu. Bu yüzden çocukluk yıllarında başlayan sorgulama süreci çok sancılı olmuştur. O öncelikle; geçici, eksik ve muhtaç olan bütün âlemin ve varlıkların mutlaka bir yaratıcısı olduğunu anlamıştı. Sonrasındaysa bunları yaratanın her türlü eksiklikten uzak olması gerektiğini anlamıştı. En sonunda da bir ve tek olması gerektiğini…
 
4. Nasıl ki insan eliyle üretilmiş şeyler insana göre çok daha basit ise, yaratılmış olan her şey de Allah indinde çok basit şeylerdir. Her türlü eksiklikten uzak olan Allah Teâlâ için,  Hiçbir şeyle kıyaslanamayacak şekilde yücedir  demek daha doğrudur. Ancak yaratılmış olanlar birbirleriyle kıyaslanabilirler.
 
Semerkand Takvimi
[5/3 22:20] Ömer Tarık Yılmaz: Günün Ayeti
 
Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.
 
(Kâf, 50/16)
[5/3 22:21] Ömer Tarık Yılmaz: Günün Hadisi
 
Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.
 
(Muslim)
[5/3 22:21] Ömer Tarık Yılmaz: Günün Duası
 
Merhameti sonsuz biricik Rabb'imiz! Sıkıntılarımızı izale buyur ve bizi içinde bulunduğumuz gamdan, kederden kurtar.. en yakın bir zamanda biz aciz kullarına nezdinden bir ferec ve mahrec (çıkış yolu ve ferahlık) nasip eyle..
[5/3 22:21] Ömer Tarık Yılmaz: Vaktin Esmaül Hüsnası
 
El-Baki
 
Sonlu ve ölümlü olmayan, varlığı sürekli olan, ebedî
[5/3 22:21] Ömer Tarık Yılmaz: Günün Hikayesi
 
Adetiniz Böyle Değil mi?
 
   Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır. Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider. 
 
 Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını. Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar. 
 
 İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki: 
 
 “Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?” 
 
 Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar 
 
 “Âdetiniz böyle değil mi?” 
 
 “Ne âdeti?!” der Hoca.. 
 
 Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra.. 
 
 Der ki meczub bu kez: 
 
 “Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil! 
 
 Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der.. 
 
 “Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”.. 
 
 Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır. Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:  
 
 “Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı.. 
 
 Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..” 
 
 Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca; 
 
 “ Boş yok, boş yok hiç!. diye tekrarlar. 
 
 O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! 
 
 Aynen doğrudur dedikleri çünkü; kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır. 
 
 “Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca.. 
 
 O da der ki: 
 
 “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı! 
 
 Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye  düşünürmüş namazda... 
 
 Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var  
 Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet
[5/3 22:21] Ömer Tarık Yılmaz: Ravi: Behz İbnu Hakim an ceddihi (ra)
Kardeşi veya amcası, hutbe vermekte olan Resulullah (sav)'a doğrulup: 'Komşularım (ve kavmim, ashabın tarafından) niçin tutulup hapsedildiler?' dedi. Aleyhissalatu vesselam (cevap vermeyip) yüzünü çevirdi. [Adam aynı sözü tekrar edince] ikinci sefer yüzünü çevirdi. Sonra adam (saygıyı taşan) bir şey söyledi. Bunun üzerine (aleyhissalatu vesselam): 'Bunun komşularını salıverin!' buyurdu. 
 
Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Ebu Davud, Akdiye 29, (3631)
 
Hadisin Açıklaması:
Bu hadisin Abdurrezzak'ta gelen veçhi daha açık: 'Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ravinin kavminden bazı kimseleri bir töhmet sebebiyle alıp hapseder. Kavminden bir adam, hutbe vermekte olan Aleyhissalâtu vesselâm'a gelip: 'Ey Muhammed! Komşularımı niye hapsediyorsun?' diye sorar.  Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) belki de onun sinirli bir halde olduğunu anlamış olmasından olacak, cevap vermez. Adam ısrar edip, ithamkâr bir üslub kullanmaya başlar. Ravi, bu durumu görünce, onun sözünün Aleyhissalâtu vesselâm'ın kulağına ulaşmaması için, ikisinin arasına girip bir şeyler söylemeye çalışır. Der ki: 'Duyar da, kavmim aleyhine beddua ediverir  de kavmim bir daha felah bulmaz korkusuyla, aralarında kelam sokmaya çalıştım. Ancak çok  geçmeden Resulullah onun söylediğini anladı ve: 'Demek öyle mi diyorlar, eğer ben öyle yapmazsam bunun vebali banadır onlara değil'[3] der ve ilave eder: 'Bunun komşularını serbest bırakın!'
 
Hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın 'hapis cezası verdiğini' de ifade  etmektedir
[5/3 22:21] Ömer Tarık Yılmaz: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:
 
Abdullah İbnu Mes'ud Radıyallahu Anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 'Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mü'min kul yoktur ki, Allah onu (ebedî) ateşe haram etmesin!'
 
Kaynak : İbnu Mace Sünen (4197) - Hds :(7283)
 
( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[5/3 22:22] Ömer Tarık Yılmaz: Ebu Hüreyre’nin nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki cehennemin dibi yetmiş yıllık mesafe kadar derindir. (Müslim, İman 329)
 
204- عَنْ أبي خبيب عَبْدِاللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ رضي الله عنهما قال : لَمَّا وَقَفَ الزُّبَيْرُ يَوْمَ الْجَمَلِ دَعَاني فَقُمْتُ إِلَى جَنْبِهِ فَقال : يَا بُنَيِّ إنهُ لاَ يُقْتَلُ الْيَوْمَ إلا ظَالِمٌ أَوْ مَظْلُومٌ وَإني لاَ أُرَاني إلا سَأُقْتَلُ الْيَوْمَ مَظْلُومًا , وَإن مِنْ أَكْبَرِ هَمِّي لَدَيْنِي , أَفَتُرَى يُبْقِي دَيْنُنَا مِنْ مَالِنَا شَيْئًا؟ ثم َقال : يَا بُنَيِّ بِعْ مَالَنَا فَاقْضِ دَيْنِي , وَأَوْصَى بِالثُّلُثِ , وَثُلُثِهِ لِبَنِيهِ , يَعْنِي بَنِي عَبْدِاللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ ثُلُثُ الثُّلُثِ . قال : فَإن فَضَلَ مِنْ مَالِنَا بَعْدَ قَضَاءِ الدَّيْنِ شَيْءٌ فَثُلُثُهُ لِبَنِيِّكَ قا هِشَامٌ : وَكان وَلَدِ عَبْدِاللَّهِ قَدْ وَازَى بَعْضَ بَنِي الزُّبَيْرِ خُبَيْبٌ وَعَبَّادٌ , وَلَهُ يَوْمَئِذٍ تِسْعَةُ بَنِينَ وَتِسْعُ بَنَاتٍ. قال عَبْدُاللَّهِ : فَجَعَلَ يُوصِينِي بِدَيْنِهِ وَيَقُولُ : يَا بُنَيِّ إن عَجَزْتَ عَنْ شَيْءٍ منه فَاسْتَعِنْ عَلَيْهِ مَوْلاَيَ. قال : فَوَاللَّهِ مَا دَرَيْتُ مَا أَرَادَ حَتَّى قُلْتُ : يَا اَبَتِ مَنْ مَوْلاَكَ؟ قال : اللَّهُ. قال : فَوَاللَّهِ مَا وَقَعْتُ فِي كُرْبَةٍ مِنْ دَيْنِهِ إلا قُلْتُ : يَا مَوْلَى الزُّبَيْرِ اقْضِ عَنْهُ دَيْنَهُ , فَيَقْضِيه قال : فَقُتِلَ الزُّبَيْرُ
 
وَلَمْ يَدَعْ دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا إلا أَرَضِينَ , مِنْهَا الْغَابَةُ وَإِحْدَى عَشْرَةَ دَارًا بِالْمَدِينَةِ , وَدَارَيْنِ بِالْبَصْرَةِ , وَدَارًا بِالْكُوفَةِ وَدَارًا بِمِصْرَ . قال : وَإنما كان دَيْنُهُ الَّذِي كان عَلَيْهِ أن الرَّجُلَ كان يَأْتِيهِ بِالْمَالِ فَيَسْتَوْدِعُهُ إِيَّاهُ فَيَقُولُ الزُّبَيْرُ : لاَ وَلَكِن هوُ سَلَفٌ َإني أَخْشَى عَلَيْهِ الضَّيْعَةَ . وَمَا وَلِيَ إِمَارَةً قَطُّ وَلاَ جِبَايَةَ ولا خراجا وَلاَ شَيْئًا إلا أن يَكُونَ فِي غَزْوَ مَعَ النَّبِيِّ
أَوْ مَعَ أبي بَكْرٍ وَعُمَرَ وَعُثْمَان قال عَبْدُاللَّهِ : فَحَسَبْتُ مَا عَلَيْهِ مِنَ الدَّيْنِ فَوَجَدْتُهُ أَلْفَيْ أَلْفٍ وَمِائَتَيْ أَلْفٍ! فَلَقِيَ حَكِيمُ بْنُ حِزَامٍ عَبْدَاللَّهِ بْنَ الزُّبَيْرِ فَقال : يَا ابْنَ أخي كَمْ عَلَى أخي مِنَ الدَّيْنِ ؟ فَكَتَمَهُ وقلت : مِائَةُ أَلْفٍ فَقال حَكِيمٌ وَاللَّهِ : مَا أرَى أَمْوَالَكُمْ تَسَعُ هَذِهِ! فَقال لَهُ عَبْدُاللَّهِ : أَرَأَيْتكَ إن كانت أَلْفَيْ أَلْفٍ؟ وَمِائَتَيْ أَلْفٍ؟ قال : مَا أرَاكُمْ تُطِيقُونَ هَذَا , فَإن عَجَزْتُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ فَاسْتَعِينُوا بِي. قال : وَكان الزُّبَيْرُ اشْتَرَى الْغَابَةَ بِسَبْعِينَ وَمِائَةِ أَلْفٍ فَبَاعَهَا عَبْدُاللَّهِ بِأَلْفِ أَلْفٍ وَسِتِّ مِائَةِ أَلْفٍ , ثُمَّ قَامَ فَقال : مَنْ كان لَهُ عَلَى الزُّبَيْرِ شَىْءٌ فَلْيُوَافِنَا بِالْغَابَةِ , فَأَتَاهُ عَبْدُاللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ وَكان لَهُ عَلَى الزُّبَيْرِ أَرْبَعُ مِائَةِ أَلْفٍ فَقال لِعَبْدِاللَّهِ : إن شِئْتُمْ تَرَكْتُهَا لَكُمْ؟ قال عَبْدُاللَّهِ : لاَ . قال : فَإن شِئْتُمْ جَعَلْتُمُوهَا فِيمَا تُؤَخِّرُونَ إن أَخَّرْتُمْ ؟ فَقال عَبْدُاللَّهِ : لاَ, قال : فَاقْطَعُوا لِي قِطْعَةً , فَقال عَبْدُاللَّهِ : لَكَ مِنْ هَاهُنَا إِلَى هَاهُنَا قال : فَبَاعَ عَبْدُاللَّه مِنْهَا, فَقَضَى عنه دَيْنَهُ أَوْفَاهُ وَبَقِيَ مِنْهَا أَرْبَعَةُ أَسْهُمٍ وَنِصْفٌ , فَقَدِمَ عَلَى مُعَاوِيَةَ وَعِنْدَهُ عَمْرُو بْنُ
[5/3 22:22] Ömer Tarık Yılmaz: ŞİİR.............(Aydil Erol - Kerkük)       HORYATLAR
Yakışığı, yakışığı;
 
Gün battı, yak ışığı.
 
Üç heceli bir cinas,
 
Horyatın yakışığı.
 
Altaylar, altaylar;
 
Şaha kalkmış al taylar.
 
Eller Moskof’a hayran,
 
Benim derdim Altaylar.
 
Kardaşlığı, kardaşlığı;
 
Kar bastı, kar daşlığı.
 
Dört gözle bekliyoruz,
 
Gelecek Kardaşlığı...
 
Neyim var, neyim var;
 
Kavalım var, neyim var.
 
Sonuna geldim yolun,
 
Yitirecek neyim var?
 
Yaradan yaradan;
 
Neler çektik yaradan.
 
Güldürsün Türkeli’ni
 
Yeri göğü Yaradan.
 
Yarasızlar, yarasızlar;
 
İçimde yara sızlar.
 
Turan senin derdinden,
 
Anlamaz yarasızlar.
 
Oyarım, oyarım;
 
Bütün değil o, yarım.
 
Türk’e yan bakanın ben, 
 
Gözlerini oyarım!
 
Gülüver, gülüver;
 
Gonca kalsın, gülü ver!
 
Ağlamak mı nasibin,
 
Birazcık da gülüver.
 
Sürmeli, sürmeli;
 
Ceylan gözler sürmeli.
 
Satılmış soysuzları,
 
Vatanımdan sürmeli.
 
Sandıklarım, sandıklarım;
 
Açılsın sandıklarım.
 
Hayvandan beter çıktı,
 
İnsandır sandıklarım.
 
Sürüne, sürüne;
 
Var git çoban sürüne.
 
Türk’e yağılık eden,
 
Sürüm sürüm sürüne.
 
Yanasın, yanasın;
 
Söyle kimden yanasın?
 
Viran ettin gönlümü
 
Ahrete dek yanasın.
 
Binsene, binsene,
 
Yağız ata binsene.
 
Sensiz geçen bir günüm,
 
Gelir bana bin sene.
 
İşine, işine;
 
Varsın gitsin işine!

Avrupa Birliği'nin ABD'den enerji ithalatı, imzalanan yeni anlaşmayla 2,5 kat artacak

THY ve AJet, "Ada Kıbrıs"a kurulan hava köprüsüyle 100 bin turisti Kuzey Kıbrıs'a taşıdı

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Uraloğlu: Türkiye'de denize yapılan üçüncü havalimanını tasarladık

Küresel piyasalar nükleer savaş endişesiyle yoğun veri gündemine odaklandı

Sıcak havaların etkisiyle tüketicilerin taşınabilir serinletici ürünlere talebi katlandı

Hidrojen sektöründen temiz elektrik üretimi kanununa hidrojenin de eklenmesi önerisi

NEXT Sosyal mobil uygulamalarının kaynak kodları yayınlandı

Elektrikte arz talep dengesi için piyasa mekanizmalarının güçlenmesi ve yerli kaynaklara yatırım gerekiyor

Türkiye'den Suriye'ye doğal gaz akışıyla ülkenin günlük elektrik arzı 10 saate çıkacak

Yerel Kalkınma Hamlesi Teşvik Programı için başvurular başladı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 36 30 1 5 60 95
2.Fenerbahçe 36 26 4 6 51 84
3.Samsunspor 36 19 10 7 14 64
4.Beşiktaş 36 17 8 11 23 62
5.İstanbul Başakşehir 36 16 14 6 4 54
6.Eyüpspor 36 15 13 8 5 53
7.Trabzonspor 36 13 11 12 13 51
8.Göztepe 36 13 12 11 9 50
9.Rizespor 36 15 17 4 -6 49
10.Kasımpaşa 36 11 11 14 -1 47
11.Konyaspor 36 13 16 7 -5 46
12.Alanyaspor 36 12 15 9 -7 45
13.Kayserispor 36 11 13 12 -12 45
14.Gazişehir Gaziantep 36 12 15 9 -5 45
15.Antalyaspor 36 12 16 8 -25 44
16.Bodrum FK 36 9 17 10 -17 37
17.Sivasspor 36 9 19 8 -16 35
18.Hatayspor 36 6 22 8 -27 26
19.Adana Demirspor 36 3 28 5 -58 2

YAZARLAR