İSTANBUL (AA) - Anadolu Ajansının (AA), küresel ekonomi sisteminin geldiği nokta ve geleceğine odaklandığı "Korumacılığın Yeniden Yükselişi" başlıklı dosya haberinin son bölümünde, ticarette artan korumacılık anlayışıyla birlikte dünya ekonomisini gelecekte nelerin beklediği ve sistemin nasıl bir yapıya evrileceği ele alındı.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, 2025 yılı itibarıyla özellikle ABD Başkanı Donald Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlamasıyla küresel ekonomik sistemde merkantilist politikaların yeniden yükselişe geçtiği gözlendi.
Trump'ın "tarife" adımları ve diğer ülkelerden gelen misillemeler, serbest ticaretin yerini yeni korumacılığa bırakabileceği algısı yaratıyor. Bunun sonucunda ülkeler arası ekonomik işbirliğinin azalması ve ticaretin daha da kısıtlanmasıyla bölgeselleşmenin önem kazanacağına yönelik değerlendirmeler öne çıkarıyor.
Analistler, son yıllarda küresel ekonomide artan belirsizlikler ve jeopolitik gerilimlerin ülkeleri daha içe dönük politikalar izlemeye yönelttiğini ifade ederek 2008 küresel finansal krizinden bu yana giderek güçlenen korumacı eğilimlerin, Kovid-19 salgını ve ABD-Çin ticaret savaşıyla daha da görünür hale geldiğini belirtti.
Ekonomiler arasında kırmızı çizgiler çizilmesine karşın bu durumun bloklaşmalar ve özellikle ticaret anlamında yeni ittifaklar oluşturması da öngörülen konular arasında.
Özellikle ABD ve Çin gibi büyük ekonomilerden gelen ayrıştırıcı hamlelere karşın bu ekonomilerin diğer taraftan menfaat ve fayda sağlayabilecekleri ülkelerle işbirliği sağlama ihtimali de masada.
Çin'in kendine yakın Güneydoğu Asya ülkeleriyle ilişkiler kurması ya da ABD'nin ticaret politikalarında İngiltere'ye daha yumuşak davranması bu tür öngörülere sebep olan durumlar arasında yer alıyor.
Ülkeler, hakim oldukları sektörlerde rekabet gücünü korumaya çalışırken rekabet gücü az olan sektörler konusunda da kurduğu ittifaklardan fayda sağlamaya çalışabilir.
"Merkantilizm özü itibarıyla çatışmacı bir yaklaşımdır"AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Babacan, söz konusu gelişmeler ışığında orta ve uzun vadede küresel iktisadi düzende dönüşümün kaçınılmaz bir son olduğunu vurgulayarak bunun nasıl gerçekleşeceğine dair birden fazla senaryo bulunduğunu kaydetti.
Halihazırda ilerleyen korumacılık düşüncesinin farklı kesimler tarafından anlaşılma biçimi ve tercih edilme sebebinin farklı olduğunun altını çizen Babacan, bunun ise bölgeselleşme eğilimlerine daha da hız kazandırabileceğini belirtti.
Tarihsel bir perspektiften bakıldığında merkantilizm ve yeni korumacılık felsefelerinin çerçeveleri itibarıyla birbirine yakın iki yaklaşım olduğunu söyleyen Babacan, "Merkantilizmdeki tek yönlülük bugün itibarıyla yeni korumacılık söz konusu olduğunda biraz daha iç içe geçişlerle çok yönlülük ya da çok taraflılığa dönmüş durumda. Merkantilizm özü itibarıyla çatışmacı bir yaklaşımdır, nihayetinde silahlı çatışmalar dahil ticaret savaşları ve sonrasında sömürgecilik yoluyla iktisadi üstünlüğü sağlamak için Kıta Avrupası’ndaki büyük güçlerin ve İngiltere’nin birbirleriyle en fazla savaştığı evre yine merkantilizm dönemidir.” dedi.
Babacan, merkantilizmin tanımına atıf yaparak bu sistemin devamı niteliğinde Avrupa ülkelerinin ticaret fazlası vererek ve dönemin koşullarında değerli madenlerden elde edilen sermayeyi ülke içine çekerek bir nevi bu süreci ilerlettiklerini kaydetti.
Bu ilişkinin modern zamanlarda kurulan merkez-çevre ya da sömürge bağlamında bir bütün olduğuna dikkati çeken Babacan, “Şimdi ise dönemin çevreleştirilen (periferi) güçlerinin giderek merkezi bir rol üstlenebilecekleri sistemik bir ağırlığa sahip oldukları ve birbirinden farklı bağımsız hareket edebilir sektörel alanlar var." ifadesini kullandı.
Babacan, merkantilist dönemden bugüne serbest ticaret kadar korumacı eğilimler ve yaklaşımların da süregelmekte olduğunu dile getirerek 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD hegemonyasında kurulan küresel ekonomik sistemde yeni korumacılık eğiliminin bilhassa 2008 küresel finans krizinden bu yana giderek arttığını, DTÖ bünyesinde en fazla korumacı tedbire başvuran ülkenin açık ara ABD olduğunu ve bugün korumacılığın ABD ile Çin'in karşı karşıya geldiği son sahnesine şahit olunduğunu ifade etti.
Gelinen nokta itibarıyla ABD ile Çin arasında kısa-orta vadede denge arayışının sürebileceğine işaret eden Babacan, "Çin ile ABD arasındaki mücadelenin yumuşak olmayacağını tahmin edebiliriz. Ne Çin'in ne de ABD'nin tek başına bugünkü konumlarıyla ticarette kazanımları ve ekonomik çıkarları tümüyle kendi lehlerine çevirmesi olası görünüyor. Statik kazanç/kayıp ilişkisinin ötesinde dinamik denge arayışının varacağı yer belirsizliğini koruyor." değerlendirmesini yaptı.
Babacan, sıcak jeopolitik çatışma bölgelerinin (Rusya-Ukrayna, Orta Doğu, Güney Asya ve Hint alt kıtası, Doğu Afrika vs.) de ortaya koyduğu üzere yeni korumacılığın büyük güçlerin doğrudan mücadelesinin yanı sıra farklı coğrafyalara da yayıldığına dikkati çekerek küreselleşmenin son dalgasının belli bir yerden sonra kırılmaya başladığı ve bölgeselleşmenin her boyutuyla revaçta olduğu yeni bir dönemin kapılarının aralandığını söyledi.
Yeni korumacı dönemin "bölgeselci" mahiyetine atıf yapan Babacan, korumacılığın kısa-orta vadede küresel ölçekte topyekun (iki bloklu) bir kamplaşma şeklinde değil; çok parçalı, çok bölgeli bir biçim almasının daha muhtemel olduğunu belirtti.
Babacan, bu sürecin oluşmasında Kovid-19 salgını gibi dünyayı etkileyen şokların etkilerinin de izlendiğini vurgulayarak "Kovid-19 gibi şoklar hem arz hem talep yönlü iktisadi formasyonlar üzerinde yeniden düşünmeyi zorunlu kıldı. Arz/üretim tarafında sürdürülebilir yerli üretimin desteklenmesi gerektiği anlayışını güçlendirirken talep/tüketim tarafında sürdürülebilirliği ve döngüsel ekonomiyi yine yerlilik vurgusuyla öne çıkardı. Birçok önemli sektörde tedarikin sağlanamadığı durumlarda ülke içi üretimin önemi anlaşıldı." değerlendirmesinde bulundu.
Ülkelerin yerli üretimi artıran ve sürekliliğini sağlama alan reflekslerini daha da geliştireceğini belirten Babacan, aynı zamanda çoğu ülkenin, küreselleşmenin çoğu vaadinin boşa çıktığı, küresel tedarik zincirlerinin kırıldığı ya da giderek bölgesel hale geldiği yerlerden daha maliyetli ve riskli oldukları için uzak durmak için elinden gelen gayreti sarf edeceğini bildirdi.
"Yakın gelecekte ülkelerin yerli ekonomi kapasitesi daha da önem arz edecek"Prof. Dr. Mehmet Babacan, "Bunun için ABD-Çin geriliminin yol açtığı tabiri caizse bir "fırsat penceresi"nden istifade ederek yapacaklar. Bu ifadeyi olumsuz bir muhtevaya sahip olmakla beraber yol açtığı enflasyonist ortamın yerli üretimin ve onu teşvikin görece maliyet avantajı yakalayacağı anlamında kullanıyorum. Dolayısıyla yakın gelecekte ülkelerin yerli ekonomi kapasitesi daha da önem arz edecek ve bölgeselleşme eğilimleri daha da güçlenecektir, diye düşünüyorum. " dedi.
Diğer yandan özellikle Kovid-19 krizinin momentum verdiği yeşil ekonomik dönüşüm ve sürdürülebilirlik temalarının bu süreçte kritik öneme sahip olduğunu belirten Babacan, sürdürülebilirliğin endüstri 4.0, dijital ve yeşil dönüşüm ekseninde bir ideoloji olarak AB başta olmak üzere yeni korumacılığın yeni bir formu olarak da görülmesi gerektiğini kaydetti.
"Türkiye'nin tedarik zincirlerinden daha fazla pay alması mümkün"Babacan, Türkiye için bu sürecin hem fırsat hem de zorluklar barındırdığına işaret etti. Türkiye'nin salgın döneminde bölgeselleşmenin etkilerinden çok fazla istifade ettiğini anımsatan Babacan, Çin'in salgın döneminde geç normalleşmeye başlamasının, yakın coğrafyasına tedarik ettiği mamuller ve görece uygun fiyatlı hizmetlerle belirgin bir avantaj sağlayan Türkiye için büyük bir fırsat penceresi açtığını ve asıl zorluğun bu dinamizmi kalıcı kılmak olduğunu aktardı.
Artan taşımacılık maliyetlerinin ve küresel enflasyonun Türkiye açısından hem bir handikap hem de avantaj olarak değerlendirildiğini anlatan Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dünyada her şey görece daha pahalıya üretilir ve taşınabilir hale geliyor, burada Türkiye'nin uygun maliyetlerle orta ve yüksek teknolojili ürünlerin tedarik zincirlerinden daha fazla pay alması mümkün. Bu bağlamda bölgesel (ve en büyük) iktisadi ortağımız olan AB ile olan ticarette yeniden dengelenmenin hangi alanlarda ortaya çıkacağına ilişkin çalışmalar yapılması ve ürün, pazar, üretim teknolojileri bağlamlarında ticaretin çeşitlendirilmesi lazım."
"Dış ticarette tam bir kapanma olacağını düşünmüyorum"Bahçeşehir Üniversitesi Finansal Araştırma ve Uygulama Merkezi Direktörü Prof. Dr. İbrahim Ünalmış da bu süreç sonunda dış ticarette ciddi bir kapanma olmayacağını belirterek "Çünkü ülkeler birbirleriyle ticarete konu olan sektörlerde büyük yatırımlar yaptılar, eğer tam kapanma olursa bu yatırımlar atıl kalacak, ülkelerin birbirine ihtiyacı var" dedi.
Bununla birlikte belirli stratejik sektörler seçilip bu sektörlerde ülkelerin kendine yetebilir hale gelmeyi hedeflediği bir döneme girildiğini belirten Ünalmış, stratejik öneme sahip sektörlerde millileşmenin kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Muhabir: Ali Canberk Özbuğutu,Burhan Sansarlıoğlu